Almanya seçimlerinde ortaya çıkan sonuçlar tüm AB ülkelerinin başkentlerinde endişeyle karşılandı. İktidardaki Hıristiyan Demokratların ve ana muhalefetteki Sosyal Demokratların oy kaybına uğrayabilecekleri kamuoyu yoklamalarında gözüküyordu. Yeşiller ve Hür Demokratların da Alman parlamentosunda güçlü bir şekilde yer alacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Fakat aşırı sağ eğilimli Almanya için Alternatif (AfD) partisinin bu kadar hızlı bir çıkış yakalayabileceğini neredeyse hiçbir siyasi analizci tahmin edemedi.
AfD’nin bir önceki seçime göre oylarını 7,9 puan artırarak %12,6’lık bir oy oranına ulaşması Almanya’daki merkez sağ ve sol parti seçmenlerinde de soğuk duş etkisi yaptı. Birçok haberde, “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Naziler ilk kez Alman Parlamentosu’na girdiler” şeklinde yorumlara yer verildi. Seçimden 32,9’luk bir oy oranıyla birinci çıkan Angela Merkel şüphesiz AfD ile herhangi bir koalisyon görüşmesi yapmayacak. Sosyal Demokrat lider Martin Schulz muhalefette kalmayı tercih edeceklerini belirterek hükûmet kurma görüşmelerine kapıyı peşinen kapadı. Yeşiller ve Hür Demokratlar ise Merkel’in başkanlığında bir hükûmette yer almak için koalisyon protokolüne kendi taleplerini tam olarak yansıtabilmenin peşine düştüler. Bu partilerin mutabakatıyla kurulması muhtemel bu hükûmete şimdiden “Jamaika Koalisyonu” adı verildi. Zira Hıristiyan Demokratların parti bayrağı siyah, Hür Demokratlarınki sarı ve Yeşillerinki -tabii olarak- yeşil. Bu üç renk de Jamaika bayrağında bulunuyor.
Üç renkli koalisyon kısa sürede kurulabilir mi, bilmiyoruz. Fakat herkesin bildiği bir şey var ki, Almanya’da siyaset artık eskisinden çok farklı bir atmosferde yürüyecek. Seçimin ortaya çıkardığı üç temel sonuç var:
Birincisi, siyaset bilimi teorisiyle uğraşanların yaygın olarak dile getirdiğinin aksine, aşırı sağ ve sol sadece ekonomik zorluklar ve büyük sosyal çalkantılar yaşayan toplumlarda yükselmiyor. Nazi partisinin 1933’te Almanya’da seçimler yoluyla yönetimi ele geçirmesi genellikle, Birinci Dünya Savaşı sonrasında ve bilhassa 1929’daki Büyük Buhran sebebiyle ortaya çıkan derin iktisadi çalkantılarla izah edilir. Bu büyük oranda da doğrudur. Günümüz Almanyası ise dünyanın en önde gelen ekonomilerinden ve Avrupa’nın en gelişmiş ülkelerinden biri. 2008’te Avrupa’yı kasıp kavuran ekonomik krizden yara almadan kurtulan nadir ülkelerden. Böyle bir ülkede Nazi söylemlerinden başka bir şey söylemeyen AfD’nin yükselişinin gerçek sebeplerini öncelikle Almanya’daki sağduyulu siyaset bilimciler analiz etmeli.
İkincisi, ırkçı bir partinin oylarını almak niyetiyle ona benzer aşırı söylemleri benimsemek merkez sağ ve sol partilere yaramıyor. Seçmen aşırı görüşleri dile getiren herkese değil, o görüşlerin uygulayıcısı olacağına inandığı partiye oy veriyor. Almanya seçimlerinde, göçmen karşıtı, İslam, Türkiye ve Erdoğan düşmanı propaganda neredeyse tüm partilerce yürütüldü. Birbirleriyle “Kim Türkiye’ye daha fazla karşı?” yarışına giren Merkel ve Schulz aşırı sağ seçmenin oylarını bu tutumlarıyla kendilerine yönlendiremediler.
Üçüncüsü, Almanya siyasetinin ana direğini oluşturan -ki bugünkü toplam oyları da %50’nin üzerindedir- merkez sağ ve merkez sol partilerin, yanlış siyasi hesaplarla aşırı sağ söylemleri siyasi jargonlarına sokmaları sebebiyle gelecek yıllardaki siyasi mücadelelere çok ağır bir bakiye devredilecek. Aşırı sağ ifade ve tutumlar o kadar çok tekrarlandı ve o kadar çok parti dokümanında yer buldu ki, merkez sağ ve merkez sol siyasetçiler önümüzdeki yıllarda bu aşırılıkları kolay kolay ortadan kaldıramayacaklar.
Latince bir söz var: “Graecia capta ferum victorem cepit.” Yani, “Zapt edilmiş Yunanistan vahşi sahibini fethetti.” Roma İmparatorluğu’nun Yunanistan’ı tamamen ele geçirmesine rağmen, bir süre sonra Antik Yunan inançlarını ve “tanrılarını” benimsemiş olmasına atfen söylenmiş bir söz. Seçimi birinci ve ikinci parti olarak bitirenlerin, günün sonunda AfD’ın ırkçı söylemlerini benimsemiş durumda kaldıkları Almanya’daki siyasi duruma ne kadar da uygun bir ifade.
Merkel ve Schulz’ın anlayacakları dilden yazayım: “Griechenland erobert den Wilden Sieger!”
Ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın siyasi mimarı meşhur Şansölye Konrad Adenauer’in sözleriyle bitireyim: “Sadece aptal buzağılar kendi kasaplarını seçerler.”