İran’da yaklaşık 10 gün süren ve giderek hızını kaybeden sokak hareketlerini en yakından takip edenlerin başında ABD Başkanı Donald Trump geliyordu. Yaptığı açıklamalarla, attığı sosyal medya mesajlarıyla ve konuyu BM Güvenlik Konseyi gündemine sokmak için başlattığı girişimlerle Başkan Trump, İran olaylarından kendisine yararlı bir sonuç çıkartmak için elinden geleni yaptı. Neden?
Bu soruya cevap vermeden önce İran’da yaşananların sebeplerini anlamaya çalışalım… Biri görünen, diğeri perde gerisinde olmak üzere gösterileri tetikleyen iki ana sebep var.
Birincisi İran’da uzun yıllardır yaşanan ekonomik kriz. Hayat pahalılığı, ekonomik durgunluk, genç ve eğitimli işsizlik oranındaki artış gibi birtakım göstergeler yaşanmakta olan krizin boyutlarını gözler önüne seriyor. Daha önce de İran’da birkaç kez -yine ekonomik sebeplerin tetiklediği- olaylar yaşanmıştı. Halkın ekonominin iyi yönetilmemesinden duyduğu rahatsızlık benzer sokak gösterileriyle dışa vurulmuştu.
Olayların arkasındaki saklı sebep ise dinî liderlik için sürdürülen rekabet. Resmî kayıtlara göre 79 yaşındaki İran’ın dinî lideri Ali Hamaney sonrasında bu koltuğa kimin oturacağı konusunda içten içe bir mücadele yürütülüyor. İran devriminin lideri Humeyni tarafından siyasi içerik kazandırılan velayet-i fakih müessesesinin en üstünde yer alan dinî lider ya da rehber, İran’ın seçimle gelen cumhurbaşkanının da, yasama ve yargı organlarının da üzerinde bir otoriteyi temsil ediyor. Böylesi güçlü bir mevkii daha da cazip kılan, makam sahibinin, “12. İmam Muhammed Mehdi dönene kadar” onun makamına vekalet etmekte oluşu.
Henüz açıkça ilan etmeseler de, Hamaney sonrasında bu makama talip olacakları tahmin edilen çok sayıda yüksek dereceli din adamı bulunuyor. Bunlardan bazıları İran cumhurbaşkanlığı seçiminde de aktif olarak adayları desteklemişlerdi.
Olayların ortaya çıkış sürecinde bir dış aktörün doğrudan müdahil olduğunu gösteren herhangi bir net delil şu an için yok. Bu, ileride bu iddianın ispatlanmayacağı anlamına gelmiyor. Zira İran’ın siyasi tarihinde başka devletlerin yürüttükleri istihbarat faaliyetleriyle müdahil olduğu örnekler mevcut. Bunlardan en meşhuru 1953’te İran Başbakanı Muhammed Musaddık’ın CIA tarafından devrilmesi. ABD istihbarat teşkilatı CIA bu darbedeki rolünü aradan 60 yıl geçtikten sonra itiraf etmiş ve olayla ilgili arşivlerini yayınlamıştı.
Her ne kadar, İran olaylarında ABD’nin doğrudan planlayıcı olduğu mevcut tabloyla ispat edilemiyorsa da, Başkan Trump’ın olayların gelişimi sırasında halkı sokağa dökülmeye ve rejimi devirmeye teşvik eden açıklamaları ortada.
Baştaki soruya geri dönelim; Başkan Trump neden İran olaylarıyla bu kadar yakından ilgileniyor?
Bu tutumun başlıca üç sebebi var:
Birincisi, her ABD başkanı gibi Trump da dış politikada “ötekiler” üzerinden siyaset yapmayı tercih ediyor. Ulusal Güvenlik Strateji belgesinde, Rusya ve Çin’i “rakip”, Kuzey Kore ve İran’ı ise “haydut” ilan eden Başkan Trump’ın İran’a karşı sert tutumu, kendisinden önceki Obama dönemini eleştirmek ve Demokratları Amerikan kamuoyu nezdinde küçük düşürmek için de kendince yararlı bir araç. “Amerikan vergi mükelleflerinin milyonlarca dolarını İran’a verdiğini” iddia ettiği Obama’ya ve tabii Hillary Clinton’a bu yolla saldırıyor.
İkincisi, seçim kampanyası döneminde Rusya’yla ilişkileri sebebiyle siyasi alanda zor durumda kaldığından, dış siyasete dikkatleri toplamayı amaçlıyor. Kuzey Kore ve İran Amerikan halkı nezdinde zaten “olağan şüpheliler” olduklarından, bu ülkelere yüklenmesi içeride hiç de garipsenmiyor. Ama tespit edebildiğimiz kadarıyla ABD’nin sıcak bir çatışmaya taraf olması dışındaki hiçbir dış gelişme, Trump’ın içerideki siyasi baskılardan kurtulmasına imkân verecek kadar etkili değil.
Üçüncüsü, Başkan Trump iki hafta önce Kudüs konusunda BM’de ülkesine yaşattığı mahcubiyeti silmek ve ülkesinin “o kadar da yalnız olmadığını” göstermek istiyor. Hoş, burada da bir hesap hatası var gibi. Zira Rusya, Çin ve birçok AB ülkesi Başkan Trump’tan farklı olarak İran’da bir rejim değişikliği talep etmiyorlar.