ABD’den Çin’e karşı “Sarı Kuşak” (06.08.2017) Türkiye Gazetesi

Kuzey Kore, son aylarda ardı ardına nükleer başlık taşıyabilen füze denemeleri yapıyor. Kim Jong-Un yönetimi henüz geri dönülemez eşiğe ulaşmış değil. Başarılı olduğu söylenen birkaç füze testi, ABD için tehlike çanlarının çalmasına daha yol açmadı. Fakat dünyanın birçok yerinden yükselen kınamalara ve uyarılara rağmen Kuzey Kore’nin programı tüm hızıyla devam ediyor. O hâlde akla hemen şu soru geliyor: Kuzey Kore’nin nükleer programı henüz tam olgunluğa ulaşmamışken, bunu gelecek için bir tehdit olarak algılayan devletler neden müdahale etmiyor?

Bunun cevabını net bir şekilde bulmak son derece güç. Muhtemel sebepleri alt alta sıralayalım.

ABD ve Batılı müttefikleri Kuzey Kore’ye herhangi bir yaptırım uygulama gücünden mahrumlar. Malumunuz, uluslararası ilişkilerde bir devlete karşı yaptırımlar, “kuvvet kullanma içermeyen ve içeren önlemler” şeklinde iki başlık altında sınıflandırılıyor. Kuvvet kullanma içeren önlemler, ekonomik ilişkileri kesme, ambargo, iletişimi kesme ve diplomatik ilişkileri sona erdirme olarak sıralanıyor. ABD ile birçok Batılı ülkenin zaten Kuzey Kore ile ilişkilerinde bu sayılan alanların hiçbiri mevcut değil. Olmayan bir şey kesilemeyeceğine göre, bu yolla Kuzey Kore üzerinde bir yaptırım uygulamak da söz konusu olamaz.

Kuvvet kullanma içeren yaptırımlara gelince bunlar da, güç gösterileri, abluka ve hava-deniz-kara kuvvetleriyle askerî harekât yapılması olarak sıralanıyor. Kuzey Kore’ye karşı ABD’nin ve/veya onun desteğindeki bir başka devletin askerî bir harekâta girişmesi ihtimali sıfır. Zira böyle bir harekât söz konusu olduğunda, tıpkı 1950’de olduğu gibi, Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun Pyongyang’ın yardımına koşacağı konusunda kimsenin şüphesi yok. Böyle bir durumun meseleyi bir “vekalet savaşı” olmaktan “üçüncü dünya savaşı” olmaya dönüştüreceği net olduğuna göre, ABD’nin Kuzey Kore’ye karşı kuvvet kullanması ihtimalini unutmamız gerekli.

Diğer yandan, Kuzey Kore’nin 1990’lardan bu yana sürdürdüğü nükleer programın bu seviyeye kadar yükselmesine ABD bilerek göz yummuş olamaz mı? İşte komplo teorileri burada devreye giriyor. Kuzey Kore’nin belli bir noktaya kadar tehdit hâline gelmesinin ABD’nin işine yaradığını değerlendirenler var.

Açıkçası ben de öyle düşünüyorum. İddiam şu: Önümüzdeki dönemin küresel hegemonya kapışması ABD ile Çin arasında olacak. Bu kapışma en yoğun şekilde Uzak Asya ve Pasifik coğrafyasında yaşanacak. ABD’nin Çin ile tek başına başa çıkabilmesi mümkün değil. Çin’in hem ekonomik hem de askerî açılardan “çevrelenmesi” gerekiyor. Bu sebeple Clinton döneminden başlayarak, ABD ordusunun küresel konumlanmasındaki sıklet merkezi Avrupa-Orta Doğu ekseninden, Uzak Doğu-Pasifik eksenine taşınmaya başlandı. Aynı sebeple ABD, Avustralya ve Yeni Zelanda’yla güncellenmiş bir ANZUS oluşturma hedefine kilitlendi. ABD-Hindistan yakınlaşmasını da benzeri şekilde değerlendirmek lazım. Kuzey Kore’nin, Çin’in desteğiyle nükleerleşmesi en fazla Güney Kore ve Japonya’yı rahatsız ediyor. Kim Jong-Un füze denemeleri yaptıkça, Güney Kore ve Japonya’daki ABD karşıtlarının sesi daha cılız çıkıyor. Çin ve Kuzey Kore’ye karşı ABD ile dayanışma içinde olmaktan yana olan siyasi söyleme olan destek artıyor. Japon Anayasasının muharip silahlı kuvvet kurmayı yasaklayan hükmünün değiştirilmesini isteyenlerin sayısında artış oluyor. Özetle, Kuzey Kore’den algılanan tehdit, ABD’nin Çin’e karşı oluşturmaya çalıştığı “Sarı Kuşak”a olan desteği artırıyor.

“Sarı Kuşak” tabirini ilk defa bu yazıda kullanırken, Washington yönetiminin, Orta Doğu’ya SSCB’nin sızmasına karşı geliştirdiği “Kuzey Kuşağı” ve 1980’lerde İran’a karşı oluşturmaya çalıştığı “Yeşil Kuşak” tabirlerinden ilham aldım. Muhtemelen hiçbir Amerikalı stratejist, ABD’nin Çin’i çevreleme politikasını “Sarı Kuşak Doktrini/Yellow Tier Doctrine olarak isimlendirmeyecek. Nasıl isimlendirilirse isimlendirilsin, Kuzey Kore’nin nükleer programıyla, ABD’nin Çin’e karşı inşa etmeye çalıştığı bloka bölgesel destek sağlaması arasında doğrudan bir ilişki var.

Kuzey Kore’nin nükleer denemeleri sürmeye devam ettikçe üç şey olacak:

1. ABD ile Çin bölgesel ve küresel hegemonya için pazarlık masasına oturacaklar. Bu pazarlığın başarısızlıkla sonuçlanacağını, tarihteki benzer birçok örneğe bakarak söyleyebiliriz.

2. Kuzey Kore ve Çin’den tehdit algılayan devletler ABD’nin Pasifik’teki askerî varlığına güçlü destek verecekler.

3. Günümüzün en sıcak konusu olan ABD-Rusya gerilimi, ortak tehdit Çin dikkate alınarak, yerini mesafeli bir iş birliğine bırakacak.

Güç dengesi hep kurulur; işin içinde nükleer silahlar varsa mutlaka kurulur.