Yükseköğretimde uluslararasılaşma (04.06.2017) Türkiye Gazetesi

Dünyanın en geniş katılımlı yükseköğretim fuarı olan NAFSA geçen hafta ABD’nin Los Angeles şehrinde yapıldı. 105 ülkeden 2000’den fazla üniversite ve kurumun temsil edildiği fuarı eğitim dünyasından yaklaşık 11.000 kişi kayıtlı olarak ziyaret etti. Eğitimin her boyutuyla ilgili 200’den fazla panel, 43 çalışma toplantısı ve yüzlerce sunumun yapıldığı 13 poster sergisinin yer aldığı fuara Türkiye’nin önde gelen 24 devlet ve vakıf üniversitesi DEİK’in (Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu) yaptığı organizasyonla katıldı. Ev sahibi ABD’nin üniversitelerinin en büyük katılımı gösterdiği NAFSA’da, Japonya, Çin, İngiltere, Almanya, Avustralya ve G. Kore’yle birlikte en yüksek sayıyla temsil edilen Türkiye, üniversite düzeyinde uluslararasılaşmaya verdiği önemi bir kez daha sergilemiş oldu.

1990’ların sonunda henüz Ankara Üniversitesi’nde bir araştırma görevlisiyken Türk üniversitelerinin uluslararası alanda kendini gösterme çabalarının başlangıcına şahitlik etmiştim. 5-6 büyük üniversitemiz bir araya gelerek bir konsorsiyum oluşturmuşlar, fuar fuar dolaşarak Türkiye’ye yabancı öğrenci çekmeye çalışıyorlardı. İyi niyetli, azimli ama çok acemiydik. Yola yıllar önce çıkmış olan İngiltere ve ABD tüm alana hükmediyordu. Kuzey Kıbrıs’ta kurulmuş üniversiteler binlerce yabancı öğrenciyi her yıl kaydederken, Türkiye’deki üniversiteler ancak devlet burslusu öğrencilere eğitim imkânı sunuyordu. Dahası devletin birçok uygulaması üniversitelerimizin işini daha da zorlaştırıyordu. O tarihlerde Millî Eğitim Bakanlığı ve YÖK sanki uluslararası öğrenci gelsin diye değil tam tersine gelmesin diye uğraşıyordu. Uluslararası iş birliklerini geliştirmek için yurt dışına giden rektörlere turistik tatile gidiyor muamelesi yapılabiliyordu. Kendi eğitim ücretini ödeyerek Türkiye’ye gelmek isteyen öğrencilere başka hiçbir ülkede olmayan zorluklar çıkartılıyordu. Karmaşık yabancı öğrenci kabul sınav sistemimiz yüzünden Türkiye’ye gelebilecek öğrencilerin büyük kısmını kaçırmaktaydık. Üniversitelerimiz yabancı ülkelerdeki üniversitelerle iş birliğine girmek için önce devlet düzeyinde engelleri aşmak zorundaydılar. Hele ortak eğitim programları, çift diploma, uluslararası yaz okulu gibi Avrupa ve ABD üniversitelerinin yıllardır yaptığı uygulamalar neredeyse hayaldi.

Aradan geçen 20 yılı aşkın süre boyunca uluslararasılaşma süreçlerinin hep içinde bulundum. Bugün iftiharla söyleyebilirim ki, Türkiye yükseköğretimde uluslararasılaşma denildiğinde ilk akla gelen ülkeler arasında yer alıyor.

Bu tesadüfen olmadı. Evvela, küreselleşme döneminde uluslararası iş birliği yapmayan yükseköğretim kurumlarının yok olmaya mahkûm olacağını gören Türk hükûmetleri 2000’lerin başından itibaren çok önemli adımlar attılar. Uluslararasılaşma Millî Eğitim Bakanlığı ve YÖK’ün stratejileri içinde yer aldı. Devletin desteği, üniversitelerimizin bu işi profesyonelce yapmasının da önünü açtı. Tüm üniversitelerimizde dış ilişkiler dairelerinin yanında, uluslararası öğrenci ofisleri, Erasmus ofisleri hatta Uluslararasılaşma daireleri açıldı. AB süreci üniversitelerimizin uluslararasılaşmasına büyük ivme kazandırdı. Erasmus programı, 6. ve 7. Çerçeve projeleri, (Ufuk 2020) projeleri hem kurumsal olarak üniversitelerimizin hem de bireysel olarak akademisyenlerimizin farklı ülkelerden kurum ve bilim insanlarıyla ortaklıklar ve iş birliği ağları kurmalarını temin etti. Devletin Yükseköğretimde Türkiye’yi küresel aktörlerden biri hâline getirmeyi hedef olarak belirlemesiyle birlikte bir yandan ülkemizdeki burslu ve burssuz yabancı öğrenci sayısı neredeyse 100.000’e ulaşırken, diğer yandan da on binlerce Türk öğrenci dünyanın birçok ülkesindeki üniversitelerde değişim programları sayesinde ücretsiz eğitim görme imkânı buldular. Yine on binlerce akademisyenimiz uluslararası projelere ve eğitim programlarına dâhil olarak Türkiye’nin bilimsel alandaki itibarını yükselttiler. Türk üniversiteleri dünya akademik başarı sıralamalarında üst sıralara çıkmaya başladılar.

Bugün büyük bir başarı hikâyesi olarak nitelendirebileceğimiz üniversitelerimizin uluslararasılaşma sürecini daha da geliştirerek devam ettirmek zorundayız. Bilhassa Çin’in son yıllarda sadece öğrenci gönderen değil, aynı zamanda öğrenci kabul eden bir ülke hâline gelmeye başlamasıyla ciddi meydan okumalarla karşı karşıyayız. Birçok üniversitemizin yeni dönemin şartlarına uygun uluslararasılaşma stratejileri geliştirmek için yoğun bir çaba içinde olduklarını biliyorum. Bu kararlı duruş ve rasyonel planlama yeteneği, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda dünyanın en önde gelen 5 yükseköğretim destinasyonundan biri olmasını temin edecektir.