KUDÜS’ÜN STATÜSÜ (14.05.2017) Türkiye Gazetesi

Yukarıdaki cümleler geçen hafta düzenlenen Kudüs Sempozyumu’nun açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ait. İsrail’in Kudüs’te ezan okunmasını yasaklamak gibi akıl dışı bir eyleme girişmesini eleştirdiği konuşmasında Cumhurbaşkanı, Filistin meselesine adil bir çözüm bulunmadan bölgede barış ve istikrarın sağlanmasının mümkün olmadığını da vurguladı.“Camilerde sabah ezanlarının okunmasını yasaklamayı amaçlayan bir yasa tasarısı hâlâ İsrail parlamentosunda bekliyor. Böylesi bir konunun gündeme gelmesi dahi, utanç vericidir. Kudüs semalarından ezanın susturulmasına inşallah izin vermeyeceğiz…”

Orta Doğu’daki istikrarsızların sebeplerinin başında Filistin Meselesinin çözüme kavuşturulamaması yatmaktadır. Filistin Meselesinin en can alıcı konu başlıklarından biri Kudüs’ün geleceğidir. Dolayısıyla, Kudüs’ün statüsünün netliğe kavuşturulması, bölgede iki devletli çözümün önünü açacak; 1967 öncesi sınırlara sahip bir Filistin Devleti’nin bağımsızlığının uluslararası alanda tanınması, Orta Doğu’daki birçok terör örgütünün kendilerini meşrulaştırma gerekçesini ortadan kaldıracak; bu da bölgede barışın yeniden tesisine doğrudan tesir edecektir.

Kudüs’ün yakın tarihine bir bakalım: Osmanlı döneminde, 1872’de Kudüs-i Şerif Mutasarrıflığı kuruldu. Bu mutasarrıflık (sancak) sadece Kudüs şehrinden ibaret değildi. Kudüs’le birlikte, Gazze, Yafa, Halilül Rahman, Beytüllahim ve Birüsebi kazalarını da içerecek şekilde Şam Valiliğine bağlıydı. Sultan II. Abdülhamid 1882’de Kudüs’ü Şam’dan ayırarak müstakil bir mutasarrıflık hâline getirdi. Bunun temel sebebi, Yahudilerin -henüz Dünya Siyonist Örgütü kurulmamışken bile- Filistin’e göç konusunu gündeme taşımaları ve sık sık seyahat izni için müracaat etmeleriydi. Sultan Hamid, Kudüs’ün yönetimini doğrudan Yıldız’a bağlayarak, Avrupalı Yahudilerin Filistin siyasetini denetim altına almayı amaçlamıştı. İktidarı boyunca Filistin’e toplu Yahudi göçüne karşı çıktı.

Büyük Harp’te, 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa Karargâhını Kudüs’teki Zeytindağı’na kurmuştu. 1917’de Osmanlı ordusu İngilizler ve onların kışkırttığı Arap isyancılara yenilerek Filistin cephesinde gerilemeye başladı. 9 Aralık 1917’de yani Yavuz Sultan Selim Han’ın fethedişinden 500 yıl, Selahaddin Eyyubi’nin şehri Haçlılardan kurtarışından 730 yıl sonra, İngiliz komutan Edmund Allenby Kudüs’ü zapt etti. Acı bir gündü. O günden sonra da Kudüs için hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

İngilizler Kudüs’te önce işgal idaresi kurdular. 1920’de ise Milletler Cemiyeti, Kudüs’le birlikte tüm Filistin’i İngiltere’nin manda idaresi altına soktu. O yıl kitlesel Filistin’e kitlesel Yahudi göçü başladı.

Manda döneminde Filistin’e Yahudi göçü hız kazandı ama Kudüs Arapların denetiminde kalmaya devam etti. İkinci Harp’ten sonra Birleşmiş Milletler 1947’de Filistin’in Araplar ve Yahudiler arasında taksimine karar verirken, Kudüs’ün doğrudan kendisine bağlı, uluslararası yönetim altında bir şehir (corpus separatum) olmasını öngörmüştü. Araplar bu teklifi kabul etmediler, Filistin’de kurulacak Arap devletinin başkentinin Kudüs olması konusunda direndiler. Bugün de aynı tutumu sürdürüyorlar. Fakat, 1967 savaşında İsrail’in Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü ele geçirmesiyle fiili bir durum ortaya çıktı. BM Güvenlik Konseyi hiçbir zaman bu işgali tanımamış olsa da, 30 Temmuz 1980’de kabul ettiği Kudüs Yasası’yla İsrail, ‘Birleşik ve Bölünmemiş Kudüs’ü İsrail Devleti’nin başkenti’ olarak ilan etti. 37 yıldır da bu kararından geri dönmedi.

Başkan Trump’ın ABD büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıması hâlinde, İsrail’in Kudüs üzerindeki hâkimiyet iddiası güçlü bir dış destek almış olacak. Diğer yandan da Filistin meselesinin çözüm ihtimali büyük bir darbe yemiş olacak.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başkan Trump’la görüşmesinde bu konunun hassasiyetini de dile getirmesinin, ABD’nin geri dönülmesi çok zor yanlış bir adımı atmasının önüne geçmesini sağlayabileceğini düşünüyorum. Çünkü İslam âleminin durumuna bir baktığımızda üzülerek görüyoruz ki, Filistin’in de Kudüs’ün de Türkiye’den başka gerçek dostu yok.