1990’ların sonundan itibaren dönemsel olarak şahit olunduğu üzere Kore Yarımadası’nda bir kez daha gerilim yükseldi. 1950-1953 arasında cereyan eden Kore Savaşı’ndan bu yana bölgede tansiyon hiç düşmemişti. Kore’de çatışan taraflar arasında 1953’te yapılan ateşkes anlaşması bugüne kadar kalıcı bir barış antlaşmasına dönüştürülemedi. 1975’te BM Genel Kurulu’nun, 1996’da ise BM Güvenlik Konseyi’nin taraflara yaptığı çağrılara rağmen Güney ve Kuzey, aralarında teknik olarak devam eden savaş durumunu hukuken sona erdirecek imzaları atmadılar. Dahası Kuzey Kore 1994’ten 2013’e kadar altı defa ateşkes anlaşması hükümlerine uymayacağını duyurdu.
Kuzey Kore 1962’de başladığı nükleer programı çerçevesinde 1965 ve 1979’da iki nükleer reaktör inşa etmeyi başardı. 1980’lerin başından itibaren ise nükleer silah programını büyük bir gizlilik içinde yürütmeye başladı. Bir yandan nükleer silah üretmeye çalışırken bir yandan da 1985’te Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nı onaylayan Kuzey Kore, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) taleplerine rağmen bu antlaşmanın birçok gereğini yerine getirmedi. Pyongyang’ın bu oyalama taktiği kendi açısından sonuç verdi. ABD’nin öncülüğünde yürütülen yaptırımların gölgesinde UAEA ile diyaloğa devam edermiş gibi davranırken, nükleer silah çalışmalarına da bütün hızıyla devam eden Kuzey Kore nihayet 2003’te kesin biçimde Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’ndan çekildi. Sadece iki yıl sonra da nükleer silahlara sahip olduğunu kabul etti.
Pyongyang 2006’da ilk nükleer silah denemesini başarıyla gerçekleştirdikten sonra hem yeni denemeler yapmaya devam etti, hem de nükleer başlık taşıyabilen güdümlü füze teknolojisini geliştirdi. Mevcut Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong-un’un 2012’de göreve gelmesinden sonra ülkenin nükleer programı yeni bir safhaya girdi. Kim roket programını hızlandırırken, nükleer denemelere de devam etti. ABD başta olmak üzere birçok ülkenin sert diplomatik tepkilerine rağmen ne Kim’in meydan okuyan söyleminin dozunda bir azalma oldu ne de nükleer programında bir yavaşlama görüldü.
Yazının bundan sonraki bölümüne üç soruya cevapla devam edelim.
Birinci Soru: Kuzey Kore ABD’ye, Güney Kore’ye ya da Japonya’ya nükleer bir saldırıda bulunursa ne olur?
Böyle bir davranış ancak ‘çılgınlık’ kelimesiyle nitelenebilecek olsa da, Kim Jong-un’un davranışlarını tahlil edenler bunun ihtimal dışı olmadığını ifade ediyorlar. Soğuk Savaş’taki ‘Karşılıklı Garantili İmha’ (MAD) yaklaşımının sağladığı caydırıcılık sayesinde ABD ve SSCB nükleer silahlara başvurmamışlardı. Kuzey Kore liderinin ne ile caydırılabileceğini tahmin etmek ise mümkün değil. Yine de, nükleer bir saldırı gerçekleştirmesi durumunda Kuzey Kore’ye ABD tarafından misliyle karşılık verileceğini iddia edenler çoğunlukta.
İkinci Soru: Kuzey Kore neyi hedefliyor?
Ne kadar çok nükleer silah geliştirirse geliştirsin Kuzey Kore’nin küresel bir aktör olamayacağı, hele ABD ile bir çatışmadan galip çıkamayacağı ortada. Kim’in amacı kendisine yönelik bir saldırıyı caydırmak veya bertaraf etmek ise, ne düşman kardeşi Güney Kore’nin ne de başka bir ülkenin Kuzey Kore’ye saldırmak gibi açık bir niyeti var. Bu durumda geriye iki ihtimal kalıyor: Ya Kim 28 yaşında oturduğu liderlik koltuğunu iyice sağlamlaştırmak için düşmanlara meydan okuma taktiği izliyor, ya da perde gerisinde iplerini tutan bir diğer büyük gücün söylediklerini yapıyor. Bir başka deyişle, ABD ile Çin arasında artık belirginleşmeye başlayan vekaleten mücadelenin kullanışlı bir aracı hâline geliyor. Her iki ihtimalde de ateşle oynuyor.
Üçüncü Soru: ABD bu gerilimden fayda sağlayabilir mi?
Donald Trump, süratli biçimde başarı elde edemeyeceğini görürse, Kore Yarımadası’nda ABD silahlı kuvvetlerinin de katılacağı, ağır maliyetleri olabilecek bir sıcak çatışmayı istemez. Üstelik bu durumun tıpkı 1950’de olduğu gibi Çin’in de çatışmaya müdahil olmasına yol açabilme ihtimalinden endişe duyar. ABD için üç temel alternatif bulunuyor: Çin’in de dâhil olacağı uluslararası baskılarla Kim’in mevcut politikasını yumuşatmasını sağlamak; Çin’in zımni muvafakatıyla kısa süreli ve ani bir vuruşla Kuzey Kore’yi etkisizleştirmek; bölge ülkelerinin katılımıyla görünüşte Kuzey Kore’ye ama aslında Çin’e yönelik etkili ve caydırıcı bir ittifak mekanizmasının kurulması. İlk iki alternatifin gerçekleşme ihtimali zayıf. Zaten ABD’nin asıl arzuladığı, orta vadede Çin’i ‘çevreleme’ olduğundan Trump’ın mevcut krizi bölgede ‘safları sıkılaştırmak’ için kullanması mümkün. Tabii mevcut krizi istediği gibi kontrol edebildiği müddetçe…