Bugün Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk tur oylaması yapılıyor. İkinci tur 7 Mayıs’ta gerçekleşecek. Ülkede yapılan son anketlere göre adaylardan dördü öne çıkıyor. Merkezin adayı Emmanuel Macron ile aşırı sağcı Milliyetçi Cephe’nin lideri Marine Le Pen’in kafa kafaya yarışı önde götürdükleri anlaşılıyor. Aşırı soldaki ‘Boyun Eğmeyen Fransa’ partisinin adayı Jean Luc Melenchon, ‘Beşinci Cumhuriyeti yıkıp, Altıncısını kurmayı’ savunduğu seçim beyannamesiyle son haftalarda hızlı bir tırmanış yakalamış gibi. Daha evvel altı ayrı bakanlık ve Nicholas Sarkozy cumhurbaşkanıyken 2007-2012 arasında da başbakanlık yapan tecrübeli siyasetçi Cumhuriyetçi François Fillon’un ise yolsuzluk iddiaları sebebiyle yarışta geriye düştüğü yorumları yapılıyor. Yine de, tüm anketler bu dört ismin de ikinci tur için şanslı olduğunu gösteriyor. İkinci turda bugünkü seçimde ilk iki sırayı paylaşanlar yarışacak. En çok oyu alan yeni cumhurbaşkanı olacak.
Fransa iç siyasetini yakından takip edenler, ikinci tura kalsa bile Marine Le Pen’in seçilmek için şansı olmadığını söylüyorlar. Kazanamayacak olsa da Le Pen, Ağustos 2015’te kurucusu olduğu Milliyetçi Cephe’den ihraç ettirdiği babası Jean Marie Le Pen gibi sansasyonel çıkışlarıyla siyasi gündemden hiç düşmüyor. Fransa dışında, kazanma ihtimali daha yüksek olan adaylardan daha çok Le Pen’in adı ve görüşleri biliniyor. Her ne kadar siyasi yelpazede ‘aşırı sağcı’ olarak etiketlenerek bir anlamda demokratik meşruiyet kazandırılmış olsa da, Le Pen, babası gibi düpedüz ırkçı. Gerçeklikten uzak dünya ve Fransa tasavvurunun ayakları yere basmıyor. Anlamlı -en azından mantık dairesinde tartışılabilir- iktisadi ve sosyal söylemler yerine son derece popülist ve ayrımcı bir siyasi retoriği, papağan gibi tekrar edip duruyor. Adıyla özdeşleşen iki niteliği var: Müslüman düşmanlığı ve Avrupa Birliği karşıtlığı…
Le Pen cumhurbaşkanı olamayacak. Fakat savunduğu görüşlerin bir bölümüne diğer adayların da pirim vermesi, tıpkı kısa bir süre önce Hollanda’da şahit olduğumuz gibi aşırılığın geniş kitleler tarafından sıradanlaştırılmasına yol açıyor. Daha önce reddedilen, siyasal münazara alanının dışında tutulan hatta ayıplanan yabancı düşmanı ifadeler Fransa toplumu tarafından yavaş yavaş kanıksanıyor. Le Pen’in asıl fonksiyonu da bu. Kendisini değil, fikirlerini iktidara taşımak için çaba gösteriyor. Ya da Le Pen’in perde gerisinden iplerini tutanlar bu misyonu icra etmesi için onu yönlendiriyorlar. Güya merkez sağ veya sol bir cumhurbaşkanının iktidarda olacağı ama her seferinde bir kademe daha İslamofobik, bir ölçü daha yabancı düşmanı ve çok çeşnili Avrupa idealinden birkaç adım daha uzaklaşmış bir Fransa toplumsal kumaşı ilmek ilmek dokunuyor.
Başka isimleri taşısalar da, aynı görevi üstlenmiş ‘Wilders’ler, ‘Strache’ler, ‘Petry’ler söylem birliği içinde Avrupa’nın sözde hümanist değerlerinin üzerinde tepiniyorlar. Le Pen’in 2012’de katıldığı ve %17,90 oy aldığı cumhurbaşkanlığı seçiminden bu yana söz konusu zehirli düşüncelerin sadece Fransa’da değil Avrupa’nın başka ülkelerinde de daha fazla taraftar topladığı açık. Avrupa Parlamentosu’nda 40 milletvekiliyle temsil edilen Uluslar ve Özgürlük Avrupası Partisi’nin (ENF) Ocak ayında Almanya’nın Koblenz şehrinde yaptığı kongrede dile getirilenler demokrasiye inanmış hiçbir Avrupalının içine sindiremeyeceği ölçüde nefret ögeleriyle bezenmişti. Maalesef demokrasiyi ve siyasi özgürlükleri zedelememe adına bu tür ırkçı şarlatanlara alan açıldıkça, onların hedefe koydukları kitleler her geçen gün daha büyük bir tehdit altına sokuluyor.
Avrupa’da herhangi bir ülkede yapılan seçimlerde aşırı sağın adayı kaybettiğinde, Türkiye’de genellikle bir iyimserlik havası hâkim olur. Hâlbuki Türk ve İslam düşmanlığı her seferinde daha da derinleşiyor. Fransa da bu genel eğilimin dışında değil. Aşırı sağ oyları kapabilmek için ırkçılığa göz kırpan siyasiler var olduğu müddetçe, ırkçılar iktidara gelemeseler de, yabancı düşmanlığı yükselen bir olgu olmaya devam edecek. Önümüzdeki eylülde yapılacak Almanya seçimlerinde de benzer bir tabloyu gözleyeceğiz…