Rejim uçaklarının İdlib’e düzenledikleri kimyasal saldırıya tepki olarak ABD’nin Suriye’de ilk kez silaha başvurması, Trump’ın tutumunun değiştiği şeklinde yorumlanıyor. Obama Suriye’de kimyasal silah kullanılmasını “kırmızı çizgi” ilan etmişti. Bu çizgi 2013’ten başlayarak defalarca geçilmesine rağmen ABD kılını kıpırdatmadı. Trump’ın Suriye’de kimyasal silahlara müsamaha etmeyeceğini net biçimde ortaya koyması, Obama’dan farklılığını elbette gösteriyor. Ama bunun arkasının gelip gelmeyeceğini, daha da önemlisi siyasi sonuçlar doğurup doğurmayacağını bilmiyoruz.
ABD Başkanı bir askerî operasyon için emir vermeden önce üç soruya cevap arar: “Ortada ABD için ciddi biri tehdit var mı?” “ABD kamuoyunda bunu nasıl kullanabilirim?” “Uluslararası alanda bunu nasıl kullanabilirim?”
Suriye’de ortaya çıkan durumun tüm Orta Doğu ve bölgedeki ABD çıkarları için giderek ne kadar büyük bir tehdide dönüştüğü ortada. Trump’ın göreve gelir gelmez “terörist” ilan ettiği İran, Suriye’deki durumdan en fazla nemalanan ülke konumunda. Şayet İran’ın daha geniş bir nüfuz alanı oluşturması istenmiyorsa, bu ülkeye bağlı silahlı grupların Suriye’de diledikleri gibi at oynatamamaları gerekir.
Trump’ın Obama’nın politikasından vazgeçerek İran’a karşı sertleşmesi ABD kamuoyunda ciddi bir eleştiri almadı. Kamuoyu ve Kongre üyeleri İran’ın bölgedeki etkinliğinin artmasının İsrail için de bir tehdit olacağını düşünerek Trump’ın İran karşıtı çıkışlarının yanında yer alıyorlar. Dolayısıyla ABD’nin hava harekâtının Suriye rejimine olduğu kadar onu destekleyen İran’a mesaj olarak da gerçekleştirilmiş olduğunu göz ardı edemeyiz.
Diğer yandan göreve geldiğinden bu yana Trump’ın Rusya ile ilişkileri ABD kamuoyunun gündeminde hiç alt sıralara düşmedi. Tartışmalar, Trump’ın ekibinden istifalar, soruşturmalar ve basına yansıyan belgeler meseleyi öyle bir noktaya getirdi ki, Trump’ın görev süresinin sonunu görmeden azledilebileceği konuşulur oldu. Şam rejiminin en büyük destekçilerinden olan Rusya’nın açıkça karşı çıkmasına rağmen Trump’ın Suriye’ye saldırı emri vermesi bu anlamda da önem taşıyor. Zira Trump bu yolla “Putin’le aralarından su sızmadığı” ve “Rus gizli servislerinin ABD seçimlerine müdahale ettiği” iddialarının mesnetsiz olduğunu göstermeye çalışıyor.
Şüphesiz ABD’nin Suriye’de ne istediğini daha açık biçimde dile getirmesi ve bunun için siyasi çaba göstermesi, bir üssü vurmasından daha etkili olacaktır. Bu noktada Trump gerçekten Suriye’de akan kanın durmasını istiyorsa üç şeyi yapmalıdır.
Birincisi, bugüne kadarki çelişkili söylemleri bir kenara bırakarak Suriye’nin geleceğinde Esad ailesine ve Baas rejimine yer olmadığını dile getirmelidir. Bununla bağlantılı olarak, Suriye savaşının başından bu yana savaş suçu ve insanlığa karşı suç işleyen herkesin uluslararası mahkemelerde yargılanması ve hak ettikleri cezaya çarptırılması için ABD’nin çalışacağını da duyurmalıdır.
İkincisi, Birleşmiş Milletler’in Suriye’de uçuşa yasak güvenli bölgeler ilan etmesi için öncülük etmelidir.
Üçüncüsü, Suriye’nin tüm silahlı terör gruplarından arındırılması için müttefikleriyle birlikte etkili çaba göstermelidir.
Bunlar Türkiye’nin yıllardır tekrar ettiği konulardır. Dolayısıyla Trump Suriye’de gerçekten çözüm istiyorsa, bunun için ABD ile Türkiye arasında Suriye konusunda daha etkin bir iş birliği mekanizmasının kurulması için de adım atmalıdır. Söz konusu mekanizmanın başarılı biçimde işleyebilmesi için ABD’nin PYD/YPG terör örgütüyle ilişkisini kesmesinin gerektiği de ortadadır. Obama gibi Trump da DEAŞ’la mücadele için PYD/YPG terör örgütüyle iş birliği yapmanın gerekli olduğu yanılgısına düşmüştür. Halbuki başarıyla sonuçlanan Fırat Kalkanı harekâtı, Türkiye’nin desteklediği Suriyeli muhaliflerin DEAŞ terör örgütüne karşı başarı elde edebileceklerini açıkça göstermektedir.
Trump’ın verdiği emirle gerçekleşen Suriye’ye yönelik hava saldırısının “tek seferlik” bir güç gösterisinden mi ibaret olduğu, yoksa Suriye krizini bitirmeye dönük daha kapsamlı bir siyasi planın mı parçası olduğu önümüzdeki günlerde ABD’nin atacağı yeni adımlarla ortaya çıkacak.