ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve geldiği günden itibaren zor bir siyasi süreçten geçtiğini görüyoruz. Seçim kampanyasında görev verdiği bazı kişilerin Rusya’nın Washington Büyükelçiliği ile temas içinde olduğunun ortaya çıkması siyasi bir skandal olarak nitelendiriliyor. Hatta kabinesinde görev verdiği isimler arasında bu iddialar yüzünden istifa etmek zorunda kalanlar var.
Koltuğunda daha ikinci ayını bile doldurmadan bu problemlerle uğraşmak zorunda kalan Başkan Trump, üzerindeki baskıyı hafifletmek için karşı hamlelerde de bulunuyor. Kendisine yönelik iddiaları en çok gündeme taşıyan basın organlarıyla arasına mesafe koyuyor, eski yönetimi kendi telefonlarını dinletmekle itham ediyor, aleyhindeki protesto gösterilerine taraftarlarını meydanlara toplayarak karşılık veriyor. ABD’nin başkentinde, Obama’nın iki dönemlik iktidarında şahit olmadığımız kadar büyük bir siyasi karmaşa yaşanıyor.
Dahası, suların kısa sürede durulmayacağının işaretleri de var. Trump karşıtı Amerikalı siyasi yorumcuların bir bölümü Başkan’ın ilk dönemini tamamlamasının zor olabileceğini iddia ettikleri yazılar kaleme almaya başladılar. Kastettikleri şey, Trump’a karşı bir azil sürecinin başlatılabileceği. Şu an için böyle bir sürecin başlaması için Demokratların yasama organında gerekli güce sahip olmadığı ortada. Ama iddialar artar, yeni istifalar gelir, kamuoyu baskısı artar, şu an için öngörülmeyen bazı deliller ortaya çıkarsa, iki partili Amerikan sisteminde, Cumhuriyetçi Parti içinden bazı siyasetçilerin bile Trump’ın karşısına geçebilme ihtimali söz konusu.
İçeride hâl böyleyken ABD’nin önünde kritik bazı dış politika seçenekleri de var. DEAŞ ile mücadele için Suriye ve Irak’taki Amerikan askerî mevcudiyeti hızlı bir şekilde artıyor. Terör örgütüne son darbeyi vurmak için hazırlıkların devam ettiğini söyleyen Trump, DEAŞ’a karşı nihai bir zaferin zorluğunun farkında. Fakat Obama’nın başaramadığını başarmak suretiyle içerideki baskıyı bir nebze olsun hafifletmek istiyor.
Diğer yandan, Trump’ın Orta Doğu’daki tek seçeneği DEAŞ değil. İran’la gerilim hız kazanıyor. Koltuğa oturur oturmaz Obama dönemindeki İran-ABD yakınlaşmasını tarumar eden Trump, Tahran’ı “terörist” olarak tanımlamaktan çekinmiyor. Körfez’de kendine müzahir yönetimlerin, İran karşıtı bir blok oluşturmalarını destekliyor. Hatta gerçekleşmesi imkânsız gibi gözüken, Suudi Arabistan ile İsrail arasında İran karşıtı bir askerî iş birliği kurulmasını temine çalışıyor. Basra Körfezi’nde seyreden ABD savaş gemileriyle İran sahil güvenlik gemileri arasında karşılıklı restleşmeler başladı bile. Trump’ın bu hamleleri ister istemez Körfez’de bir sıcak çatışmanın yaşanma ihtimalini artırıyor.
Kuzey Kore ise kelimenin tam anlamıyla “maraza çıkarmak” peşinde. Japonya ve Güney Kore başta olmak üzere bölge ülkelerinin alarm durumuna geçmesine yol açan füze denemelerini ardı ardına yapan Pyongyang’ın bir tek ABD ordusuna resmî bir davetiye yollamadığı kaldı. ABD Savunma Bakanlığı, George Bush’un ikinci döneminden başlayarak savunma stratejisinin ağırlık merkezini Asya-Pasifik bölgesine kaydırmaya başlamıştı. Obama döneminde de bu yeniden yapılanma kararlı bir şekilde devam ettirilmişti. Elbette bunun arkasında Kuzey Kore’yle dalaşma arzusu değil, Çin’in algılanan tehdidinin önlenmesi yatmaktaydı. Anlaşılan o ki, Çin yönetimi doğrudan kendisine yönelik bir “çevreleme” harekâtının önünü kesmek için Kuzey Kore’yi ABD’nin ve onun müttefiklerinin üzerine salmaya kararlı. Trump bu durumu iç siyaset için bir fırsat olarak görüp, kontrollü bir kriz başlatma peşine düşebilir. Ama unutulmamalı ki, Kuzey Kore nükleer silahlara ve bunları fırlatma kapasitesine sahip, ne zaman ne şekilde hareket edeceği kestirilemeyen bir ülke.
Trump’ın önüne iki seçenek sunulsa ve nükleer silahı olmayan ama nükleer silah peşinde olan İran’la mı yoksa nükleer silahları olan Kuzey Kore’yle çatışmayı tercih ettiği sorulsa herhâlde İran’ı seçerdi. Üstelik, İran’la mücadeleyi bölgedeki müttefikleri üzerinden hatta onlara finanse ettirerek yürütme ihtimali yüksek olduğundan hiç tereddüt de etmezdi. Ama Kuzey Kore’nin kışkırtmaları devam ederse, Washington’un bu durum karşısında sessiz kalması Asya-Pasifik’teki dostları nezdinde derin bir itibar kaybına sebep olacağından, Trump’ın ayakları geri geri gitse de bölgede bir güç gösterisine soyunma ihtimali yok değil.
ABD Başkanları bugüne kadar birçok sebeple savaşa girmişlerdir. Bunlardan çok azı ABD’ye doğrudan bir saldırı olduğu içindir. Trump da, sadece ABD’nin dışarıdaki çıkarları ya da müttefikleri tehdit altında olduğundan değil, iç siyasette ihtiyaç duyarsa da bir silahlı çatışmadan yana olabilir. Fakat sonuçlarını çok iyi kestiremediği bir çatışmaya girerse de, bu onun iç siyasetteki durumunu daha da zorlaştırabilir.