Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında Birleşmiş Milletler himayesinde yürütülen görüşmeler dizisinin son oturumu çarpıcı bir olaya sahne oldu. Rum Kesimi Lideri Nikos Anastasiadis, “konuşacak bir şey yok” dedikten sonra masadan kalktı, toplantı odasının kapısını vurarak dışarı çıktı. Bunun üzerine Türk heyeti de toplantı mekânından ayrıldı.
Fî tarihinden beri devam eden toplumlar arası müzakere sürecinde, o diplomasi masasından kimler gelip geçmedi ki? Rauf Denktaş’tan Spiros Kiprianu’ya, Glafkos Klerides’e, Derviş Eroğlu’na, Yorgo Vasiliu’dan, Mehmet Ali Talat’a, Tasos Papadopulos’a ondan Dimitris Hristofyas’a kadar çok sayıda müzakereci defalarca bir araya gelerek Kıbrıs Meselesini konuştular. Siyasi yelpazenin sağından, solundan, aşırı solundan, ortasından, velhasıl her yerinden gelen bu isimlerin bir bölümü artık yaşamıyor. Bir bölümü ise siyasetten çekildi. İki tarafın da kabul ettiği bir mutabakata henüz ulaşılamadı.
Kıbrıs Meselesi’nin içeriğine girmeyeceğim. Kendi görüşümü, bir kez daha, tek cümleyle yazıp, sürecin kamu diplomasisi boyutunu ele alacağım.
Bana göre Kıbrıs’ta KKTC’nin egemenliği ve bağımsızlığı tek bir gün için bile olsa BM tarafından tanınmadan ve iki kesimli, iki toplumlu bir konfederasyon (federasyon değil) kurulmadan Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin haklarını savunan adil ve kalıcı bir çözüm var edilemez.
İşin Kamu Diplomasisi boyutuna gelince, başlıktaki soruyu cevaplamaya çalışayım: “Masadan kalkmak ne işe yarar?”
Diplomasi masasını terk etmenin iki anlamı olabilir. Birincisi, masayı terk eden taraf -Anastisiadis’in yaptığı gibi- “Ben söyleyeceğimi söyledim. Son teklifimi verdim. Ya bunu kabul edin, ya da sizinle konuşacağım bir şey yok” diyerek, muhatabına karşı son kozunu oynamayı deneyebilir. Eğer muhatabın müzakerelerin kesilmesinden dolayı uğrayacağı ağır bir sonuç var ise, bu oyun tutabilir.
Ama durum farklı. Türkiye’nin ve KKTC’nin masadaki teklifi kabul etmemeleri durumunda kaybedecekleri hiçbir şey olmadığını düşündüğümüzde, Anastasiadis’in yaptığı ya boş bir blöften ibarettir ya da ikinci bir anlam içermektedir. O ikincisi de, tribünlere oynamaktır. Yani dönüp Rum halkına, “Halkımın Türklerle bir arada yaşamayı öngören bir çözümü kabul etmeyeceğini biliyorum. Zaten ben de bana yapılan ‘dayatmayı’ reddettim” diyerek popülist bir çıkış yapmayı denemiş olabilir. Tutar mı? Rum iç siyasetinde bir anlamı olabilir ama uluslararası arenada son derece manasız bir hareketten ibaret kalmaya mahkûmdur.
İşte tam bu noktada Türkiye’nin kamu diplomasisi mekanizmalarının güçlü şekilde işletilmesi gerekir. Annan Planı Rumlar tarafından reddedildiğinde, Türkiye Kıbrıs’ta çözüm olmamasının tek sorumlusunun Rum tarafı olduğu tezini ne AB başkentlerine ne de BM’ye yeterince duyurabilmiştir. Planı reddeden Rumlar ödüllendirilircesine AB’ye üye olarak kabul edildikleri gibi, üye olduktan sonra da Türkiye’nin AB müzakere sürecini istikrarlı olarak baltalamaya girişmişlerdir. Annan Planı’nın tüm aşamalarında Türkiye’nin çözümden yana olduğu, KKTC’nin -bazı yerleri kendi aleyhine olsa da- çözüme “evet” dediği, Rumların ise masada Türklerle el sıkışıp, sandıkta “hayır” dediği kamu diplomasisi araçlarıyla yeterince kuvvetli dillendirilememiştir. Maalesef bugün AB ülkelerinde çoğu kimse Annan Planı sürecini ve Kıbrıs’ta çözüme neden hâlâ ulaşılamadığını bilmezden gelebiliyor. Çünkü, gerçeğin inkâr edilemeyecek şekilde toplumsal hafızaya kazındığı bir süreci işletemedik.
Anastasiadis’in “kapıyı vurup çıkması” Türkiye’nin ve KKTC’nin çözümü kimin istediği, kimin istemediği gerçeğini dünyaya duyurabilmesi için yeni bir fırsat sunmaktadır. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun olayın hemen ardından yaptığı açıklamaların benzerlerinin çeşitli seviyelerde yapılmaya devam etmesi önemlidir. Üstelik, Ada’nın Yunanistan’a bağlanmasını öngören Enosis’in okullarda konu olarak işlenmesiyle ilgili Rum Parlamentosu’nun kararına tepkilerin de New York ve Brüksel’e taşınması, Rumların müzakereler sırasındaki olumsuz tutumunun dünyaya duyurulmasına fayda sağlayacaktır.
Günümüzde kamu diplomasisi, ulusal ve uluslararası kamuoyunda doğru algı oluşturmak için başvurulan çok etkili, stratejik bir unsur hâline gelmiştir. Kamu diplomasisini başarıyla kullanan devletler, uluslararası alanda çok güçlü manevra kabiliyetine sahip olabilmektedirler. “Masadan kalkma”, bir kamu diplomasisi hamlesine konu olmayı hak edecek kadar önemlidir.