ABD’nin İran politikası (12.02.2017) Türkiye Gazetesi

ABD Başkanı Donald Trump’ın başkanlık seçimi kampanyası sırasında İran’a ilişkin verdiği mesajlar, başkanlık koltuğuna oturduktan sonra yavaş yavaş politikaya dönüşüyor. Net olarak görülüyor ki, Trump yönetimi, Obama yönetiminin İran’la yumuşama politikasını sürdürmeyecek. Peki, yumuşamanın yerini tırmandırma mı alır, yoksa ilişkiler eski hâline mi döner?

Kısaca Obama dönemini hatırlayalım. İran ile BM Güvenlik Konseyi üyesi beş üye ve Almanya arasında, Tahran yönetiminin nükleer programıyla ilgili anlaşmanın yapılmasından sonra, Washington İran’a yönelik yaptırımları gevşetmeye başlamıştı. Hatta DEAŞ’la mücadele kapsamında, Suriye’deki İran askerî varlığına güçlü itirazını kesmişti. ABD Kongresi’nde Obama’nın bu politikasına karşı sert bir direniş olsa da, birçok Avrupa ülkesi bu anlaşmanın ardından İran’la ekonomik ve ticari ilişkilerini canlandırmak için düğmeye basmışlardı. Bilhassa yolcu uçağı ve kara vasıtaları tedariğinde başta Fransa ve Almanya olmak üzere AB üyelerinin İran yönetimiyle pazarlıklara başladıklarına şahit olmuştuk.

Trump ise Obama’nın İran politikasının, bu ülkenin “teröristlere” destek vermesini cesaretlendirdiğini söylüyor. Hatta açık bir dille İran’ı “bir numaralı terörist devlet” ilan ediyor. Bu öylesine keskin bir söylem ki, Trump’ın bu ifadeyi kullanmasından sonra artık Obama’nın İran politikasının yürürlükten kalktığını net şekilde söyleyebiliriz. Zira Washington’un, terörist ilan ettiği bir devletle yakınlaşması söz konusu olamayacağı gibi, tabii olarak, müttefiklerinin de İran’la sıkı ekonomik ve ticari ilişkiler içine girmesine ses çıkarmaması beklenemez. Demek ki, Trump bir yandan “yumuşama” ve “yakınlaşma” süreçlerine tamamen son verecek, diğer yandan da Avrupalı müttefiklerinin İran’la ilişkilerini geliştirmeye dönük adımlarını kesmesini isteyecek.

Bu noktaya kadar fazlaca bir sıkıntı gözükmeyebilir. Çünkü 1979’dan geçen yıla kadar ABD-İran ilişkileri zaten hep çok problemliydi. Obama’nın başkanlıktaki son birkaç ayında ortaya çıkan uzlaşma ümidinin daha yeşeremeden solması çok da büyük bir etkiye yol açmayacaktır. Trump’ı asıl zorlayacak olan, İran’la ticaretin ne kadar büyük kazançlar sağlayabileceğinin kokusunu alan Avrupalı müttefiklerini geri atım attırmaktır.

Büyük sıkıntı, Trump’ın İran’la ilişkileri durağanlıktan çıkartıp, gerilimi tırmandırmaya karar vermesiyle ortaya çıkacaktır. Büyük ihtimalle Trump iktidarı döneminde bir ABD-İran savaşına şahit olmayacağız. Buna dair herhangi bir somut işaret yok. Fakat Trump yönetimi, Orta Doğu’da kendisine yakın yönetimler üzerinden bir vekalet savaşını körüklemeye kalkarsa, işte o zaman bölge bugünkünden de büyük bir karmaşa içine girer.

George W. Bush’un başkanlığının ikinci döneminde ve Obama’nın başkanlığının ilk yıllarında, İran ile Suudi Arabistan arasında bir silahlı çatışma ihtimali birkaç kez çok ciddi olarak gündeme gelmişti. Riyad ve Tahran arasındaki ilişkilerin ne durumda olduğu ortada. Suudi Arabistan ve İran Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’de yıllardır süren bir mücadeleyi zaten çeşitli silahlı gruplar üzerinden, birbirleriyle yürütüyorlar. Bu kez, doğrudan karşı karşıya gelebilirler mi? Bu ihtimal için “düşük” demek mümkün değil.

Suudi Arabistan ve Körfez’deki emirlikler arasında, İran’ın bölgede nüfuz alanı oluşturma girişimlerine karşı bir süredir çok güçlü bir iş birliği var. Bu ülkelerin yönetimleri İran’ın bölge politikalarını, doğrudan kendi varlıklarına bir tehdit olarak görüyorlar. Başka bir değişle, mesele ekonomik veya siyasi çıkarlar parantezinden çıkmış ve Riyad için hayati bir hâl almıştır. Tahran yönetiminin Suudilerden hissettiğinden çok daha büyük ve doğrudan bir tehdidi, Riyad yönetimi İran’dan algılamaktadır.

Trump’ın ısrarlı ve kendi içinde tutarlı bir tırmandırma politikası takip etmesi hâlinde, yıllardır teorik tartışmalara konu olan Suudi-İran çatışması gerçek olabilir. Böyle bir çatışmayı, mevcut kuvvet yapılarıyla, taraflardan birinin kazanması mümkün değildir. Ama tüm tarafların ağır biçimde yara alacağını şimdiden tahmin edebiliriz.

Yıllardır bitmeyen ihtilaflarını çözemeyen Orta Doğu ülkelerinin, yeni ve çok yıpratıcı bir çatışmaya herhâlde hiç ihtiyaçları yoktur.