Kardak krizi tekrar eder mi? (05.02.2017) Türkiye Gazetesi

Eski ABD başkanlarından Bill Clinton’un görevinin ardından yazdığı hatıralarında 1996’da Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan Kardak krizine ilişkin bir bölüm de bulunur. Clinton konuyu duyduğunda nasıl devreye girdiğini, NATO’nun iki önemli üyesi arasında savaş çıkmaması için iki ülkenin başbakanlarıyla nasıl yoğun bir telefon diplomasisi yürüttüğünü ve sonuçta çatışmayı önlediği için mutlu olduğunu akıcı ve samimi bir dille anlatır. Clinton’un Türkiye ile Yunanistan’ın -kendi ifadesiyle- “üzerinde keçilerden başka kimsenin yaşamadığı iki kaya parçası için” neden savaşın eşiğine geldiklerini “anlamadığını” yazması, koskoca ABD Başkanının “Ege Sorunu” hakkında en ufak bir bilgisi olmadığını göstermektedir.

Aradan 21 yıl geçmiş. Bugün bile Kardak söz konusu olduğunda, Clinton’un geçmişte gösterdiği “şirin bilgisizlik” tutumuyla, “Keçiler için mi savaşacağız yani?” diyen bazı uluslararası ilişkiler uzmanlarımız çıkabiliyor. Sanki mesele keçiymiş, sanki iki karış kayamız daha olsun diye Yunanistan’la geçmişte savaşmayı göze almışız gibi.

Türkiye ve Yunanistan’ın Kardak adlı bir anlaşmazlığı yoktur. Kardak konusu iki ülke arasındaki Ege Sorunu’nun boyutlarından sadece biridir. Ege Sorunu da, Türkiye ile Yunanistan arasındaki tek sorun değildir. Demek ki, Kardak’ın ne anlama geldiğini bilmek ve bu konuda iki kelam edebilmek için evvela Ege Sorunu’nun niteliğini bilmek gerekir.

Ankara ile Atina arasındaki ihtilaflar sepetinin ortaya çıkışı Lozan Barış Antlaşması’ndan sonraki ilk yıllara kadar gider. Fakat zaman içinde bu ilk dönem anlaşmazlıklarının bir bölümü çözülmüş, bilhassa 1955’ten sonra Kıbrıs meselesinin alevlenmeye başlamasıyla, sepete yeni başlıklar eklenmiştir.

En önemli sorun egemenlik haklarına ilişkindir. Bu da karasuyu, kıta sahanlığı ve hava sahası anlaşmazlıklarını içerir. Bunlar içinde de en öncelikli konu karasularıdır. Yunanistan Türkiye’nin imzalamadığı BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 3. Maddesine dayanarak, karasularını 12 mile çıkartma hakkına sahip olduğunu iddia etmektedir. Türkiye ise söz konusu kuralın Ege Denizi’nde uygulanamayacağını, 12 milin maksimum sınır olarak belirlenmiş olduğunu ve Yunanistan için otomatik olarak böyle bir hak doğurmadığını savunmaktadır. Dahası TBMM Genel Kurulu’nda 1995’te okunan bir bildiri ile Yunanistan’ın karasularını 6 milin ötesine taşıması, savaş sebebi (casus belli) olarak sayılmıştır. Ankara’nın bu konudaki tutumunun değiştiğine dair herhangi bir Meclis ya da Hükûmet açıklaması bugüne kadar yapılmamıştır.

Kardak konusu da tam bu noktada kritik bir hâl almaktadır. Zira bu kayalıkların Yunanistan’a ait ve ayrıca ada statüsünde olduğu kabul edildiği takdirde, Atina 12 mile ilişkin tezini bu bölge için de dile getirme hakkını kendinde bulabilecektir.

Yunanistan, Lozan Barış Antlaşması’nın 12., 15. ve 16. maddelerine istinaden Kardak kayalıklarının İtalya’ya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İtalya’ya ait Ege’deki coğrafi formasyonlar Yunanistan’a terk edildiğinden dolayı, tabii olarak kendisine bırakıldığı görüşündedir. Türkiye ise söz konusu maddelerin Yunanistan tarafından amacı dışında yorumlanmakta olduğunu, Kardak kayalıklarının hiçbir uluslararası anlaşmayla İtalya’ya veya Yunanistan’a terk edilmediğini, dolayısıyla Türkiye’nin olduğunu belirtmektedir. (Bu konuyla ilgili Türk ve Yunan görüşleri için bkz. Melek Fırat, “Kardak Kayalıklarına İlişkin Türk ve Yunan Tezleri”, Türk Dış Politikası, (Baskın Oran ed.), Cilt 1, İstanbul, İletişim, 2001, s. 466.)

Unutulmaması gereken, Kardak konusunun mutlaka karasuyu anlaşmazlığı çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğidir. Zira, Yunanistan’ın Ege adalarındaki karasularını 12 mile çıkartması durumunda, Ege Denizi’nin yaklaşık %64’ü Yunanistan’a ait olacaktır. Açık deniz alanları ise %26’ya düşecektir. Bu öylesine vahim bir durumdur ki, Türk gemilerini Yunan karasularından geçmeden, Ege’de bir limandan diğerine seyahat edemeyecek hâle gelecektir.

Türkiye’nin hayati egemenlik haklarını doğrudan tehdit eden bir mahiyete sahip olduğu düşünülürse Kardak konusunun öyle 5-10 keçinin kime ait olacağı tartışması olmadığı anlaşılır.

O zaman yazımızın başlığındaki soruya cevap vererek bitirelim: Evet, Yunanistan “keçi inadını” devam ettirirse, bu türden krizler önümüzdeki dönemde de tekrar tekrar yaşanabilir.