ABD’NİN TRUMP’LI İLK İŞ GÜNÜABD’NİN TRUMP’LI İLK İŞ GÜNÜ (22.01.2017) Türkiye Gazetesi

Geçtiğimiz cuma Barack Hüseyin Obama’dan görevi devralan Donald Trump ABD’nin 45. Başkanı olarak Beyaz Saray’daki ilk iş gününe yarın başlayacak. Dünyadaki  ve Türkiye’deki basın organlarında sekiz yıllık Obama döneminin muhasebesinin yapıldığı binlerce yazı yazıldı. Obama’nın Trump’a özellikle dış politikada “bir enkaz devrettiği” yorumları ağır basıyor. Aslında Obama dönemine ilişkin bu denli büyük bir hayal kırıklığının en önemli sebebi, göreve başlarken onun için çok büyük beklentilerin oluşmuş olması.

Obama’nın ABD başkanlığına seçilmesinden hemen sonra 8 Kasım 2008’de Türkiye gazetesinde kaleme aldığım “Beyaz Saray’ın Siyah Kralı” başlıklı yazımın bir yerinde aşağıdaki değerlendirmeyi yapmış ve ABD dış politikasında değişimin öyle sadece yeni bir başkanın göreve gelmesiyle mümkün olmayacağını ileri sürmüştüm:

“Ye­ni Baş­kan’ın ABD’de­ki ırk ay­rım­cı­lı­ğı­nı ta­ma­men or­ta­dan kal­dı­ra­ca­ğı­na, ge­lir ada­let­siz­li­ği­nin önü­ne ge­çe­ce­ği­ne, ül­ke­ye hu­zur ve is­tik­rar ge­ti­re­ce­ği­ne, dün­ya­da ise ba­rı­şın te­si­si­ne bü­yük kat­kı sağ­la­ya­ca­ğı­na iliş­kin bek­len­ti­ler o ka­dar yük­sek ki, san­ki Oba­ma’nın elin­de bir si­hir­li değ­nek ol­du­ğu ve bir do­ku­nu­şuy­la kö­tü git­mek­te olan her şe­yi bir an­da iyi­ye dö­nüş­tü­re­ce­ği gi­bi bir kit­le­sel bir halüsinasyon söz ko­nu­su.

Bu nok­ta­da, Oba­ma’nın -hem de on mil­yon­lar­ca be­ya­zın da oy­la­rıy­la- ABD Baş­ka­nı se­çil­me­si­nin ger­çek­ten de dev­rim ni­te­li­ğin­de bir ge­liş­me ol­du­ğu­nu ka­bul eder­ken, ken­di­si­ne bu ka­dar bü­yük bir mis­yo­nun pe­şi­nen yük­len­me­si­ne kök­ten kar­şı çı­kı­yo­rum. Han­gi ide­al­le­ri di­le ge­ti­re­rek ve han­gi bek­len­ti­le­ri ger­çek­leş­ti­re­ce­ği­ni ta­ah­hüt ede­rek baş­kan­lık kol­tu­ğu­na ulaş­mış olur­sa ol­sun ni­ha­ye­tin­de Oba­ma’nın, ABD baş­kan­lı­ğı kol­tu­ğu­na otur­du­ğu an­dan iti­ba­ren ABD’nin ve dün­ya­nın ger­çek­le­ri­ne uy­gun bi­çim­de, ba­kan­la­rın­dan bü­rok­rat­la­rı­na Ame­ri­kan sis­te­mi­nin ken­di­si­ne sun­du­ğu kad­ro­lar­la, hiç­bir şe­ye sı­fır­dan baş­la­ma­ya­rak, geç­miş dö­nem­le­rin iyi ve kö­tü mi­ra­sı­nı sır­tın­da ta­şı­ya­rak ve hep­sin­den önem­li­si özün­de bir Ame­ri­ka­lı ola­rak dav­ra­na­ca­ğı­nı unut­ma­mak la­zım. Ara­ba­yı şo­för yön­len­di­rir ama tren, ray­la­rın gö­tür­dü­ğü is­ti­ka­met­te gi­der. ABD’nin, her ye­ni baş­ka­nın is­te­di­ği is­ti­ka­me­te çe­vi­re­bil­di­ği bir ül­ke ol­du­ğu­nu söy­le­ye­me­yiz. Tre­nin yö­nü­nü de­ğiş­tir­me­ye zor­lar­sa­nız da, araç ray­dan çı­ka­bi­lir…”

Sekiz yıl önce yazmış olduklarımın büyük ölçüde doğru çıkmış olmasından memnuniyet duyduğumu söyleyemeyeceğim. Keşke Obama, dünyanın en büyük ekonomisinin ve en büyük silahlı gücünün lideri olarak, sekiz yıllık görev süresinin sonunda, daha barışçıl, daha adil ve müreffeh bir dünya düzeninin kurulmasına sağladığı katkılarla yad edilerek Beyaz Saray’a veda etseydi. Keşke kendisine peşin verilen Nobel Barış Ödülü’nü gerçekten hak etmiş olarak emekliliğe adım atsaydı.

Obama için sekiz yıl önce ne yazdıysam, aynılarını bugün Trump için de söylemekten çekinmem. Trump’ın ABD’nin bugüne kadar izlediği dünya siyasetini birdenbire değiştirmesinin mümkün olmadığını hep birlikte göreceğiz. O da, selefi gibi, “treni” tam istediği yöne çeviremeyecek. Politika önceliklerini güncellemek zorunda kalacak.

Trump Beyaz Saray’daki ilk iş gününden başlayarak belki de 2018’deki ara dönem seçimlerine kadar en büyük mesaiyi “iktidar olabilmek” için harcayacak. Takip eden iki yıl boyunca da bir sonraki seçimde başkanlığa aday olabilmek ve tekrar seçilebilmek için uğraşacak. Yani Trump’ın ABD’de dizginleri tam anlamıyla ele alabilmesi için Başkan koltuğuna oturması yetmiyor. Sivil ve askerî bürokrasiye istediği şekli verebilmesi, baskı ve çıkar gruplarının tepkilerini göğüsleyerek dış ticaret politikasında söylemlerini eylemlere dönüştürebilmesi, bu hafta sonu başkent Washington’da yaşanana benzer kitlesel gösterilerde dile getirilen eleştirileri boşa çıkarabilmesi gerekiyor. Hepsinden önemlisi Trump’ın içerideki ve dışarıdaki hedeflerine ulaşmak için adımlar atarken, ABD’nin “birlik ve bütünlüğü”nü de koruması gerekiyor.

Bugün ABD’de iyice yükselmeye başlayan Trump karşıtlığı 1970’lerin başındaki Nixon karşıtlığını andırıyor. Tabii o dönemde ABD’nin Vietnam batağına saplanması ve Watergate skandalı Başkan’a duyulan öfkenin esas dinamiklerini oluşturuyordu. Ortada böylesi travmatik durumlar olmamasına rağmen ABD kamuoyundaki Trump karşıtlığının ulaştığı boyutlar yeni Başkan’ın, dışarıdan önce, içeride işinin hiç de kolay olmadığının açık göstergesi.