Geçtiğimiz cuma Barack Hüseyin Obama’dan görevi devralan Donald Trump ABD’nin 45. Başkanı olarak Beyaz Saray’daki ilk iş gününe yarın başlayacak. Dünyadaki ve Türkiye’deki basın organlarında sekiz yıllık Obama döneminin muhasebesinin yapıldığı binlerce yazı yazıldı. Obama’nın Trump’a özellikle dış politikada “bir enkaz devrettiği” yorumları ağır basıyor. Aslında Obama dönemine ilişkin bu denli büyük bir hayal kırıklığının en önemli sebebi, göreve başlarken onun için çok büyük beklentilerin oluşmuş olması.
Obama’nın ABD başkanlığına seçilmesinden hemen sonra 8 Kasım 2008’de Türkiye gazetesinde kaleme aldığım “Beyaz Saray’ın Siyah Kralı” başlıklı yazımın bir yerinde aşağıdaki değerlendirmeyi yapmış ve ABD dış politikasında değişimin öyle sadece yeni bir başkanın göreve gelmesiyle mümkün olmayacağını ileri sürmüştüm:
“Yeni Başkan’ın ABD’deki ırk ayrımcılığını tamamen ortadan kaldıracağına, gelir adaletsizliğinin önüne geçeceğine, ülkeye huzur ve istikrar getireceğine, dünyada ise barışın tesisine büyük katkı sağlayacağına ilişkin beklentiler o kadar yüksek ki, sanki Obama’nın elinde bir sihirli değnek olduğu ve bir dokunuşuyla kötü gitmekte olan her şeyi bir anda iyiye dönüştüreceği gibi bir kitlesel bir halüsinasyon söz konusu.
Bu noktada, Obama’nın -hem de on milyonlarca beyazın da oylarıyla- ABD Başkanı seçilmesinin gerçekten de devrim niteliğinde bir gelişme olduğunu kabul ederken, kendisine bu kadar büyük bir misyonun peşinen yüklenmesine kökten karşı çıkıyorum. Hangi idealleri dile getirerek ve hangi beklentileri gerçekleştireceğini taahhüt ederek başkanlık koltuğuna ulaşmış olursa olsun nihayetinde Obama’nın, ABD başkanlığı koltuğuna oturduğu andan itibaren ABD’nin ve dünyanın gerçeklerine uygun biçimde, bakanlarından bürokratlarına Amerikan sisteminin kendisine sunduğu kadrolarla, hiçbir şeye sıfırdan başlamayarak, geçmiş dönemlerin iyi ve kötü mirasını sırtında taşıyarak ve hepsinden önemlisi özünde bir Amerikalı olarak davranacağını unutmamak lazım. Arabayı şoför yönlendirir ama tren, rayların götürdüğü istikamette gider. ABD’nin, her yeni başkanın istediği istikamete çevirebildiği bir ülke olduğunu söyleyemeyiz. Trenin yönünü değiştirmeye zorlarsanız da, araç raydan çıkabilir…”
Sekiz yıl önce yazmış olduklarımın büyük ölçüde doğru çıkmış olmasından memnuniyet duyduğumu söyleyemeyeceğim. Keşke Obama, dünyanın en büyük ekonomisinin ve en büyük silahlı gücünün lideri olarak, sekiz yıllık görev süresinin sonunda, daha barışçıl, daha adil ve müreffeh bir dünya düzeninin kurulmasına sağladığı katkılarla yad edilerek Beyaz Saray’a veda etseydi. Keşke kendisine peşin verilen Nobel Barış Ödülü’nü gerçekten hak etmiş olarak emekliliğe adım atsaydı.
Obama için sekiz yıl önce ne yazdıysam, aynılarını bugün Trump için de söylemekten çekinmem. Trump’ın ABD’nin bugüne kadar izlediği dünya siyasetini birdenbire değiştirmesinin mümkün olmadığını hep birlikte göreceğiz. O da, selefi gibi, “treni” tam istediği yöne çeviremeyecek. Politika önceliklerini güncellemek zorunda kalacak.
Trump Beyaz Saray’daki ilk iş gününden başlayarak belki de 2018’deki ara dönem seçimlerine kadar en büyük mesaiyi “iktidar olabilmek” için harcayacak. Takip eden iki yıl boyunca da bir sonraki seçimde başkanlığa aday olabilmek ve tekrar seçilebilmek için uğraşacak. Yani Trump’ın ABD’de dizginleri tam anlamıyla ele alabilmesi için Başkan koltuğuna oturması yetmiyor. Sivil ve askerî bürokrasiye istediği şekli verebilmesi, baskı ve çıkar gruplarının tepkilerini göğüsleyerek dış ticaret politikasında söylemlerini eylemlere dönüştürebilmesi, bu hafta sonu başkent Washington’da yaşanana benzer kitlesel gösterilerde dile getirilen eleştirileri boşa çıkarabilmesi gerekiyor. Hepsinden önemlisi Trump’ın içerideki ve dışarıdaki hedeflerine ulaşmak için adımlar atarken, ABD’nin “birlik ve bütünlüğü”nü de koruması gerekiyor.
Bugün ABD’de iyice yükselmeye başlayan Trump karşıtlığı 1970’lerin başındaki Nixon karşıtlığını andırıyor. Tabii o dönemde ABD’nin Vietnam batağına saplanması ve Watergate skandalı Başkan’a duyulan öfkenin esas dinamiklerini oluşturuyordu. Ortada böylesi travmatik durumlar olmamasına rağmen ABD kamuoyundaki Trump karşıtlığının ulaştığı boyutlar yeni Başkan’ın, dışarıdan önce, içeride işinin hiç de kolay olmadığının açık göstergesi.