Cenevre’deki Kıbrıs müzakerelerinin son günü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın beşinci ölüm yıl dönümüne rastladı. Bu vesileyle Kıbrıs Türklerinin varoluş mücadelesine Kıbrıs’tan ve Türkiye’den katkı sağlayan ve ebediyete intikal etmiş tüm kahramanları rahmetle anıyorum. Bugün Kıbrıs Türkleri Ada’da özgür ve bağımsız olarak yaşıyorlarsa, Selimiye Camii’nin minareleri arasında ve Beşparmak Dağlarının tam ortasında Türk ve KKTC bayrakları hâlâ yan yana duruyorsa, bu onlar sayesindedir.
Bizden önceki nesil ve bizler için Kıbrıs Akdeniz’de bir ada değildir. Bizler Kıbrıs’ın adını okulda coğrafya değil tarih derslerinde öğrendik. Televizyonlarda Kıbrıs’la ilgili belgeselleri, açık oturumları seyrederek büyüdük, Kıbrıs’ın bir ‘sorun’dan ziyade bir ‘dava’ olduğunu bildik.
Kıbrıs Türklerinden çok arkadaşım oldu. En ateşli ‘birleşme’ taraftarlarının bile bir noktadan sonra, şayet BM ve AB ambargoları kaldırmış olsaydı, bağımsız KKTC’nin vatandaşları olarak yaşamayı, birleşik Kıbrıs’ın vatandaşı olmaya tercih edeceklerini açık yüreklilikle dile getirdiklerine defalarca şahit oldum.
Kıbrıs Türkleri, Türkiye’nin tam garantörlüğünde BM himayesinde Güney’le birleşmeye bir kez ‘evet’ demişlerdi. Annan Referandumu’ndan sonra tutulmayan sözler KKTC ve Türkiye’yi tam anlamıyla hayal kırıklığına uğrattı. Annan Planı’nı reddeden Rum Kesimi, sanki ödüllendirilcesine, Avrupa Birliği’ne tam üye olarak alındı. Ankara’nın Plan’a verdiği destekten sonra artık Kıbrıs konusu Türkiye-AB ilişkilerinde bir engel teşkil etmez sanmıştık. Aksine, Brüksel hicap duymadan müzakerelerin tam ortasına Kıbrıs’ı bir engel olarak yerleştirdi. Plana Kıbrıs Türkleri karşı çıkmış gibi, ambargoyu sürdürdü. Söz verdiği tüzükleri yürürlüğe sokmadı. Verilip de tutulmayan sözlerin listesi uzar gider.
Hâl böyle iken, bugün masaya tekrar konulan ve daha öncekinin gerisinde olan plandan ümitvar olmak için fazladan bir sebep yok. Kıbrıs’ın son 50 yılına şahitlik etmiş tüm KKTC devlet adamları, Ada’da Türk askerinin ne anlama geldiğini eminim çok iyi biliyordur. Garantörlerden İngiltere acaba neden Ada’daki topraklarını taraflar arasında pay etmiyor? İngilizler Taç topraklarını ‘birleşik Kıbrıs’a’ terk edip, askerî üslerini kapasa, o zaman Türk askerinin çekilmesi konusundaki tekliflerin tartışılabilir bir tarafı olabilirdi belki. Diğer yandan, Rumların Karpaz ısrarının dinsel değil, stratejik sebepleri olduğu da apaçık ortadadır.
BM tarafından, sadece yüzde birlik bir toprak konusunda anlaşmazlık varmış ve diğer tüm konularda taraflar arasında mutabakat söz konusuymuş gibi takdim edilen son müzakere sürecinden tatminkâr bir sonuç çıkmaz.
Ankara’nın onay vermediği ve Kıbrıs Türklerinin de içine sinmeyen herhangi bir formülün hayata geçilebilme ihtimali sıfıra yakın, hayatta kalabilme ihtimali ise sıfırdır. Annan Planı tecrübesinden ders çıkaran Türkiye’nin, Kıbrıs Türklerinin geleceğine olumsuz etki yapacağından zerre kadar şüphe duymadığı bir anlaşmaya imza koymasını da kimse beklememelidir.
Yıllardır Kıbrıs konusunda havanda su döven BM’ye, Kosova’nın bağımsızlık hikâyesini bir fırsatta hatırlatmak lazım. Sırbistan’ın özerk bir bölgesiyken, Sırpların Arnavutlara uyguladığı baskılar sebebiyle, BM onayı olmayan bir NATO müdahalesiyle önce Belgrad’la ilişkisi kesilip BM yönetimi altına sokulan ve 2008’de de bağımsızlığını ilan eden Kosova’dan söz ediyorum. Nasıl oluyor da, neredeyse benzer olaylar dizisi sonucunda bağımsızlığını 1983’te ilan eden KKTC BM Güvenlik Konseyi kararı sebebiyle hiçbir ülke tarafından diplomatik olarak tanınmıyor? BM bu tutarsızlığını bir türlü açıklayamıyor.
Kıbrıs’ta gerçekten kalıcı bir yeni düzen tesis edilmek isteniyorsa, önce taraflar arasındaki eşitsizlik durumu giderilmelidir. KKTC’nin bağımsızlığı uluslararası alanda tanınırsa, eşit ve bağımsız iki devlet, özgür iradeleriyle ve diledikleri zaman ayrılma şartlarını da baştan belirleyerek, bir ‘konfederasyon’ oluştururlar.
Türkiye’yi dışlayan çözümler ise kısa ömürlü olmaya mahkûmdur. Türkiye’nin garantörlüğü olmazsa, en fazla 20 yıl sonra ya Ada’da Türk kalmaz, ya da Kıbrıs Türk siyasi otoritelerinin kendi kesimlerindeki yetki alanları nahiye müdürlüğü düzeyine indirilir. Zaten ‘dört dönem Rumlar, bir dönem de Türkler Kıbrıs’ta başkanlık yapsın’ teklifi bile, ileride nasıl bir durumun ortaya çıkabileceğine karine teşkil etmektedir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu tabloyu çok iyi analiz ederek, zamanlaması mükemmel bir müdahaleyle AB destekli Rum Kesimi’nin oyun planını sarsması KKTC müzakerecilerinin de, olup bitenleri bir kez daha gözden geçirmesine imkân veriyor. Umarım bu fırsatı iyi değerlendirirler…