2016’dan 2017’ye dış politika (01.01.2017) Türkiye Gazetesi

Bugün 2017’nin ilk günü. 2016 Türkiye ve bölgemiz açısından bir daha asla yaşamak istemediğimiz olumsuz gelişmelerle dolu bir yıl olarak geride kaldı. Elbette yeni yılla birlikte “beyaz bir sayfa” açılıp, her şey yeniden başlamıyor. Türkiye, FETÖ, PKK ve DEAŞ’la olan mücadelesini olanca hızıyla devam ettirecek. Suriye’de Türkiye ve Rusya sayesinde ateşkes başladı. Fakat kalıcı çözüm ışığı henüz yanmış değil. El-Bab operasyonunda son aşamaya gelindi. Ama sınırları belirginleşmeye başlayan “güvenli bölge”nin sürdürülebilirliği için daha çok uluslararası iş birliği gerekiyor. Ana başlıklar hâlinde 2016’yı hatırlayalım.

Türk milleti Cumhuriyet tarihinin en büyük demokrasi zaferini 15 Temmuz’da kazandı. İç ve dış destekli Fetullahçı Terör Örgütü’nün darbe girişiminin başarısızlığa uğraması sadece Türkiye’nin değil, tüm Avrasya coğrafyasının kaderi için bir dönüm noktasıdır. Bugün yoğun olarak güvenlik yönüyle değerlendirdiğimiz bu teşebbüs, önümüzdeki yıllarda bilhassa dış bağlantıları daha da net biçimde ortaya çıktığında görülecek ki, Türkiye’nin bir iç savaş sonucunda parçalanmasından öte, Orta Doğu haritasına yeni bir biçim verilmesi planının da en önemli halkasını oluşturmaktadır. 15 Temmuz’da Türkiye kazandı, emperyalizm kaybetti. Türk milleti kazandı, hainseverler kaybetti.

Sınırlarımızın hemen güneyinde bir kanser hâline gelen DEAŞ’la mücadelede ismen var, cismen yok “uluslararası koalisyon”un üç yıldır beceremediğini de Türkiye başardı. Ankara’nın yıllardır dile getirdiği, Suriye’nin kuzeyinde terör unsurlarından arındırılmış bir bölge kurulması önerisi müttefiklerden destek görmeyince, bu işi Türkiye, Suriye muhalif unsurlarına tek başına destek vererek yapmaya girişti. Fırat Kalkanı operasyonu bir yandan Türkiye’ye yönelmiş DEAŞ terörünü durdurmayı, bir yandan da Suriyelileri kendi topraklarında güvence altına almayı hedefliyor. Operasyonda stratejik hedeflere büyük ölçüde ulaşıldı. Ama alanın kontrolü ve güvenli bölgenin kalıcı olması bakımından uluslararası iş birliği çabalarını hızlandırmak gerekiyor. Suriye konusunda Rusya’yla başlayan diyalog sürecinden bu konuya dair de müspet sonuçlar alınabilir.

Avrupa Birliği’yle ilişkiler yarım yüzyılı aşkın süredir birçok hayal kırıklığına sahne olmuştu ama AB hiç 2016’daki kadar can sıkıcı ve itici olmamıştı. Söz verdiler, vize muafiyetini kaldırmadılar. Oyunun ortasında kural değiştirmeye kalktılar. 15 Temmuz’da Türkiye’de demokrasinin yanında açıkça yer almadılar. Zaten bir yere gitmeyen müzakere sürecini askıya almaya teşebbüs ettiler. Sonuçta Türkiye’de AB üyeliğine destek son 20 yıldır hiç olmadığı kadar düşük bir seviyeye geriledi. 2016’dan bu yıla intikal eden AB konusundaki tek olumlu başlık, Gümrük Birliği’nin Türkiye’nin istekleri doğrultusunda revize edilmesine Brüksel’den olumlu ışık yanmasıdır. Fakat bu işin de öyle birkaç ayda bitirilemeyeceğini, güncellenmiş bir Gümrük Birliği çerçevesinin oluşturulmasının belki de yıllar alacağını söyleyebiliriz.

2017’de birçok AB başkentinden Türkiye karşıtı sesleri duymaya devam edeceğiz. Yaklaşan Fransa seçimlerinin en önemli tartışma konularından birinin Türkiye olması hiçbirimizi şaşırtmasın.

ABD’yle ilişkilerde de sorunlarla dolu bir yıldı 2016. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasındaki tutumu, FETÖ’cüleri Türkiye’ye iade etmemesi gibi konular ABD’ye olan güveni iyice sarstı. Terör örgütü PYD’ye verilen açık destek de Ankara-Washington hattını gerdi. Kasım ayındaki seçimlerde Clinton’un kaybetmesine, ABD’deki Cumhuriyetçilerden sonra en fazla sevinenin Türkiye’den çıkması herhâlde tesadüf olmamalı. Demokrat siyasi ve bürokratik kadroların FETÖ, PYD, İran gibi önemli konulardaki tutumlarından vazgeçmemeleri Türkiye’yi rahatsız etmekteydi.

Başta yazdım; yeni bir yılla dış politikada yeni bir sayfa açılmıyor. Ama Türkiye-ABD ilişkilerinde belki de yeni bir ortak anlayışın geliştirilmesi mümkün olabilir. Açıkçası Trump yönetiminin Türkiye gibi bir müttefiki daha da yabancılaştırmak istemeyecek kadar pragmatik olduğunu düşünüyorum. Hele Obama’dan farklı bir İran politikası izleyecekse, Trump’ın mutlaka Türkiye’nin güvenini yeniden kazanacak adımlar atması gerekir.

Obama göreve geldiğinde ilk resmî ziyaretini Türkiye’ye yapmıştı. Bu ziyarette ortaya atılan “model ortaklık” konseptinin içi hiçbir zaman doldurulamadı. ABD dış politikasında Türkiye’yle ilgili bir paradigma değişikliği olacaksa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en geç mayıs ayına kadar ABD’ye davet edilebileceğini, Trump’ın da en geç 2018’de Türkiye’ye geleceğini düşünüyorum. Liderlerin görüşmesi ne kadar gecikirse, ikili sorunların çözümü de o kadar gecikir.

2017’nin Türkiye ve bütün insanlık için huzur dolu geçmesini dilerim…