Türk Dış Politikası tarihinin üzerinde en fazla yazılan konularından biri Lozan düzenlemeleriyse, bunlar arasında en fazla tartışılan başlık da şüphesiz Musul meselesidir. Musul’un DAEŞ’ten geri alınması için yapılacak harekâtın hazırlıkları devam ederken, bu vatan toprağının nasıl elden çıktığıyla ilgili tarihsel tartışma tekrarlanıyor. İşin bugünkü stratejik/askerî boyutlarını şimdilik bir kenara bırakıp, bundan yaklaşık 93 yıl önce Musul vilayetinin kaybedilişine dair bilgilerimizi tazeleyelim…
Musul’dan kasıt sadece bugün Irak’ın bir ili olan Musul kenti değil, çok daha geniş bir alanı kapsayan Musul vilayetidir. 1878’e kadar Bağdat vilayetine bağlı bir sancak iken, o tarihte vilayete dönüştürülmüştür. Musul merkez, Şehr-i Zûr ve Süleymaniye sancakları buraya bağlanmıştır. Böylece Musul vilayeti, 17 kaza, 28 nahiye ve 2314 köyden müteşekkil yaklaşık 75.000 kilometrekare yüzölçümüne ve 1923 itibariyle 503.000 nüfusa sahip bir idari birim hâline gelmiştir.
28 Ocak 1920 tarihinde Osmanlı Meclisi tarafından kabul edilen Misak-ı Millî belgesinde yapılan tarife göre Musul vilayeti vatan toprağıdır. Statü olarak İstanbul ne ise Musul da odur. Zira 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığında bu topraklar Türk askerinin kontrolündedir. Bu bölge 15 Kasım 1918’de boşaltılmış ve İngilizlerin eline geçmiştir.
Lozan Barış Konferansı’na gönderilen Türk Heyeti’ne TBMM Hükümeti (Bakanlar Kurulu) tarafından 14 maddelik bir talimat verilmiştir. Bu talimatın ikinci maddesi aynen şöyledir:
“Irak sınırı: Süleymaniye, Kerkük ve Musul livaları istenecek, konferansta başka bir durum ortaya çıkarsa hükûmetten talimat alınacak.”
Verilen talimatta yer alan maddelerin hayati önem sırasına göre yazıldığını kabul edersek, Türkiye Lozan Konferansı’na giderken en öncelikli ikinci konusu Musul’un geri alınmasıdır. Bu hâliyle, kapitülasyonların kaldırılmasından da, Osmanlı borçları konusundan da, yabancı kuruluşların Türk hukukuna tabi olmasından da önce gelmektedir. Musul’dan daha hayati addedilen tek başlık Anadolu’da bir ‘Ermeni Yurdu’ kurulması hususu olup, bunun da katiyen ‘kabul edilmeyeceği’ talimatta net biçimde yer almıştır.
Lozan Konferansı 20 Kasım 1922’de başlamış, Musul ve kapitülasyonlar konusunda ortaya çıkan anlaşmazlık sebebiyle 4 Şubat 1923’te kesilmiştir. Türk heyetinin Ankara’ya dönmesinden sonra TBMM’de yapılan gizli oturumda en fazla tartışılan konu Musul olmuştur. Bu oturumda bazı milletvekillerinin Musul’un Türkiye’ye katılması için gerekirse askerî güç kullanılması şeklinde önerileri olmuştur. Nihayetinde heyetin Lozan’a geri dönmesi, Musul dışındaki konularda bir anlaşmaya varılması durumunda, Musul konusunun daha ileri bir tarihte İngilizlerle ikili görüşmeler yoluyla ele alınması kararlaştırılmıştır.
Konferansın ikinci safhasındaki müzakerelerden sonra 24 Temmuz 1923’te Lozan’da imzalanan Barış Antlaşması’nın 3. maddesinde Türkiye-Irak sınırı konusu şu şekilde düzenlenmiştir:
“… Sınır işbu Antlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak 9 aylık bir süre içinde Türkiye ile İngiltere arasında dostane bir çözüm yoluyla tespit edilecektir. Öngörülen süre içinde iki hükûmet arasında bir anlaşmaya varılamazsa, ihtilaf Milletler Cemiyeti’ne götürülecektir.”
Her ne kadar, antlaşmayı takip eden 3 yıl boyunca Türkiye Musul’u alabilmek için elinden gelen diplomatik ve askerî çabayı gösterecek olsa da, esasen Lozan Barış Antlaşması’nın 3. maddesindeki bu ifadeler Musul’un orada İngiltere’ye terk edildiğini göstermektedir. Zira Musul’dan kesinlikle vazgeçmek istemeyen İngiltere’yle ‘dostane’ bir çözümün imkânsızlığı peşinen açık olduğu gibi, konuyu o tarihte Türkiye’nin üye dahi olmadığı, dahası İngiltere’nin sözünden çıkmayan Milletler Cemiyeti’nin ‘adaletine’ bırakmak ancak bu şekilde yorumlanabilir.
Nitekim İngiltere’yle yürütülen ikili görüşmeler sonuç vermemiş, Milletler Cemiyeti sınırı İngiltere’nin istediği şekilde çizmiş ve Türkiye’nin Musul’a doğru bir askerî girişiminin önünü almak için İngiltere tarafından Hakkari’de çıkartılan ayaklanma Türkiye’nin elini kolunu bağlamıştır. 1925’te Doğu Anadolu’daki bir diğer ayaklanmayla meşgul olan Türkiye, Haziran 1926’da yapılan Ankara Anlaşması’yla Musul’u İngiltere mandası altındaki Irak’a bırakmayı kabul etmiştir.
Musul Irak’a bırakılırken, bu bölgeden elde edilecek yıllık petrol gelirlerinin %10’unun 25 yıl süreyle Türkiye’ye verilmesi de hükme bağlanmış ama Türkiye bu alacağının sadece bir bölümünü tahsil edebilmiştir.
Tarihte ‘keşke’lere ve ‘belki’lere yer olmamakla birlikte, insan düşünmeden edemiyor: Misak-ı Millî sınırlarına dahil Musul Türkiye’de kalabilseydi enerjide dışa bağımlılık diye bir sorunumuz olur muydu?