ABD-Suudi Arabistan gerginliği (02.10.2016) Türkiye Gazetesi

20 Şubat 1945’te, ABD’nin Quincy Zırhlısı, Süveyş Kanalı’nda önemli bir görüşmeye ev sahipliği yaptı. Yalta Konferansı’ndan dönen ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt, Suudi Arabistan Kralı Abdülaziz bin Suud ile görüştüğünde her ikisi de o gün ülkeleri arasında 70 yıldan fazla devam edecek çok yakın bir ilişkinin güçlü temellerini attıklarını bilmiyorlardı. Görüşmeden iki ay sonra Roosevelt öldü. Kral Abdülaziz ise 1953’te ölene kadar ABD ile ilişkilerini geliştirmeye devam etti. İlişkinin şekillenmesinde ne Suudi Arabistan’ın stratejik konumu ne de güçlü ordusu etkili olmuştu. 3 Mart 1938’de Dahran yakınlarında, Kaliforniya kökenli bir Amerikan şirketinin açtığı kuyudan fışkıran petrol ve ardından Amerikan şirketleriyle Suudi ailesi arasında yapılan anlaşmalar, ABD için Suudi Arabistan’ı önemli “müttefiklerden” biri hâline getirmişti.

Dahran’da petrol bulan Kaliforniya firması daha sonra Arap-Amerikan Petrol Şirketi (ARAMCO) adını aldı. 1950’den, Suudi Arabistan Petrol Şirketi’ne dönüşeceği 1988’e kadar ARAMCO ile Suudi Arabistan Krallığı arasında yenilenen anlaşmalarla Suudi topraklarından çıkartılan petrolden elde edilen gelir taraflar arasında yarı yarıya paylaşıldı.

Bir ticari anlaşmadan ibaret görünse de, aslında dünyanın en büyük petrol üreticisinin tüm rezervlerini bir Amerikan şirketine emanet ettiği bu mekanizmada örtülü bir siyasi taahhüt ve üçüncü bir taraf da vardı. ABD-Suudi Arabistan ilişkileri hakkındaki çok sayıda akademik çalışmada, Suudi-ARAMCO anlaşmasının “görünmeyen” tarafının Amerika Birleşik Devletleri ve “siyasi taahhüddün” de, ABD’nin Suudi ailesine verdiği “iktidara destek” garantisi olduğu şeklinde değerlendirmeler yer alır.

Konuyu 1920’lere giderek kurcaladığımızda, büyük bir yer altı zenginliği üzerine kurulmuş Suudi Arabistan’ı yönetenlerin uzun yıllar boyunca derin iktidar endişeleri taşıdıklarını görürüz. Bunun en temel sebebi Ürdün’ü yöneten Haşimilerle Suudiler arasındaki çekişmedir. Abdülaziz bin Suud tarafından Hicaz’dan çıkarılmadan evvel bugünkü Ürdün kralının büyük dedesi Şerif Hüseyin, Osmanlı’dan sonra Arabistan topraklarının tek kralı olmayı planlıyordu. Ama kendisini ayaklandıran ve silahlandıran İngilizler, koskoca Arap coğrafyasının tek bir aile tarafından idare edilmesini kendileri açısından tehlikeli bulmaktaydılar. Hicaz’da gözü olan Suudi ailesine verdikleri destekle “tek Arap krallığı” hayalini ortadan kaldırdılar. Tabiatıyla bir bölümü de Fransız manda idaresi altındaki bölünmüş Arap dünyası, Filistin’e Yahudi göçünü engelleyecek güçlü bir duruş sergileyemedi.

Suudi-Ürdün çekişmesi, 1945’te kurulan Arap Liginde de süregitti. İsrail kurulduğunda Suudi Arabistan’daki aşiretlerden birkaç yüz süvarinin “Filistin’i kurtarmak için” yola çıktıklarında “maazallah, ne olur ne olmaz” gerekçesiyle Akabe’den Ürdün’e sokulmadıklarını ve ancak Mısır güzergâhından Refah’a doğru ilerleyebildiklerini tarih kitapları yazıyor.

Haşimi Ürdün ve yine Haşimi ailesinden bir kralın tahtta olduğu Irak ile İngiltere arasındaki çok yakın ilişkiler, Suudilerin bunu dengeleyebilmek için ABD’yle yakınlaşmasının nedenlerinden biri olarak sayılabilir. Ama İngiltere’nin Suudileri tamamen Amerikalılara bıraktığını söylemek de gerçekçi olmaz. ABD-Suudi Arabistan ilişkisinin gizli ortağı her zaman İngiltere olmuştur. Yani Anglosakson küresel hegemonyasının tesis edildiği 1945 sonrası dünya düzeninde, birçok devletle ilişkilerde olduğu gibi Suudilerle ilişkilerde de ABD ve İngiltere “iyi polis”, “kötü polis” oyununu defalarca oynamışlardır.

ABD’yle güçlü ilişkiler Suudileri, anti-emperyalist ve reformcu Arap hareketlerine yabancılaştırmış, Filistin meselesinde de büyük ölçüde hareketsizleştirmiştir. Belki tek istisna, İsrail’e destek veren ülkelere petrol ambargosu uygulayan Suudi Kralı Faysal’dır. Onun da yeğeni tarafından 1975’te öldürülmesinden sonra Suudi Arabistan ABD ve diğer Batılı ülkelerle ilişkilerinde eski çizgisine dönmüş, İsrail’le perde gerisinden diplomatik görüşmeler yürütmüştür. Özellikle son 10 yıldır İran’la ciddi bir rekabet yaşamaya başlayan Suudi Arabistan’ın ABD ve Almanya’dan silah alışını İsrail açık biçimde desteklemiştir.

ABD Başkanı Obama’nın vetosuna rağmen Kongre’nin Suudi Arabistan’a 11 Eylül saldırılarından dolayı dava açılmasına imkân tanıyan yasa tasarısını (Terörizme Destek Verenlere Karşı Adalet Yasa Tasarısı) onaylamasını bu arka planla birlikte değerlendirmek gerekir. ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin stratejik boyutları, Kongre’nin bu kararıyla birden ortadan kalkmayacak kadar derindir.