ABD’de Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte uluslararası ilişkilerde yeni bir döneme girdik. İlk başkanlık dönemindeki bazı politikaları ve uygulamaları Trump’ın ikinci döneminde neyi ne şekilde yapabileceğine dair ipuçları taşısa da önümüzdeki dört yılda daha önce hiç yaşanmamış bazı gelişmelere şahit olma ihtimalimiz yüksek.
Trump savaş istemediğini söylüyor. Kastettiği sıcak çatışma. Fakat ilk andan itibaren sergilediği tavırla sonuçları tüm dünya için çok daha ağır olabilecek bir mücadele başlatıyor. Kiminle mi? Tutumuna bakılırsa ABD hariç tüm dünyayla. Her ne kadar asıl rakibi Çin olsa da ABD’nin kendi müttefikleri dâhil bütün devletlerle ciddi ihtilaflar yaşayabileceği bir safhaya giriyoruz.
Orta Çağ’da Batı Avrupa’da geçerli olan feodal yapıda, piramidin en tepesinde bir imparator (Kutsal Roma-Cermen İmparatoru) bulunur, aşağıya doğru krallar, prensler, dükler, kontlar, derebeyleri imparatorla ve birbirleriyle çoğunlukla yazılı hâle getirilmemiş bir yetki ve sorumluluk paylaşımı içinde ilişki kurarlardı. Katolik Kilisesinin desteğini alan imparator aşağıdakilerden, onlar da kendilerinden aşağıda olanlardan vergi alırlardı. Savaşa gidileceği zaman tüm birimler asker göndermek zorundaydılar. En altta toprağa bağlı köleler olan serfler yer alırdı. Alttakilerden vergi toplayan her kademedeki yöneticinin en önemli görevi, kendine bağlı olanlar arasındaki problemleri gidermekti. Bir malikane sahibi öldüğünde, meşru mirasçısının kim olduğuna yine onun bağlı olduğu üst yönetici karar verirdi. Bu yapıda imparatorlar ve krallar iki unsura dayanırlardı: Meşruiyetlerinin garantisi olan Kilise ve kendilerine silahlı kuvvet temin eden aristokratlar.
Donald Trump’ın küresel hâkimiyetini meşru ilan edecek Orta Çağ’daki Kilise benzeri bir kurum bugün mevcut değil. Fakat muhataplarının rızasını zoraki de olsa almasına yardımcı olacak çok güçlü bir ordusu ve teknoloji devleri var. Suudi Arabistan’dan 600 milyar dolarlık yatırım taahhüdü alan, iki gün sonra da Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda bu taahhüdü -muhtemelen muhatabının haberi bile olmadan- 1 trilyon dolara yükselten Trump bu gücüne güveniyor. Trump’ın formülü çok sade ve basit: Benim istediğimi yap, ben de seni kollayayım.
ABD’nin yeni ticaret ve teknoloji yaklaşımı da yukarıdaki bu sade formüle dayanıyor. Başkan Trump kendisinin istediği adımları atanlara kolaylıklar sağlayacağını, karşı duranları ise “hırpalayacağını” peşin peşin dünyaya ilan ediyor. Trump’ın “aristokratları” yemin töreninde kendisini yalnız bırakmayan teknoloji devleri. Dev teknoloji şirketlerinin Trump’la dayanışmasını teknolojik oligarşinin küresel feodalizm düzenin tesisine desteği olarak yorumlamak mümkün. Bu etkileşimin merkezinde de istihdamdan sosyal yapıya, savunmadan sağlığa kadar insanlığın istisnasız tüm alanlarını görülmemiş ölçüde köklü bir değişime uğratacak olan yapay zekâ teknolojisi yer alıyor.
Trump dünyadaki tüm yapay zekâ teknolojisini ABD’de toplamaya çalışıyor. Çip üretimini tekeline alarak, sadece kendisinin sözünü dinleyenlerle ve kendi istediği kadar bu teknolojiden yararlanma imkânı vermeyi amaçlıyor. Bu alandaki tek rakibi olan Çin’in önünü kesmeye çalışırken, ABD’ye rağmen kendi çiplerini ve yapay zekâ teknolojilerini üretmeye kalkışanları caydırmak için yaptırımlara başvuracağını saklamıyor.
Önümüzde çok kritik altı ay var. 23 Ocak’ta Trump’ın imzaladığı ve “ABD’nin Yapay Zekâ Alanındaki Liderliğinin Önündeki Engellerin Kaldırılması” başlığını taşıyan başkanlık kararnamesine göre çeşitli devlet kurumları ABD’nin bu alandaki liderliğini teminat altına alacak adımları hazırlayacak ve Başkan’a sunacak. Kararnamede, “Amerika Birleşik Devletleri’nin politikası, insanlığın gelişmesini, ekonomik rekabet gücünü ve ulusal güvenliği teşvik etmek amacıyla Amerika’nın küresel yapay zekâ hâkimiyetini sürdürmek ve artırmaktır” cümlesi yer alıyor. Küresel yapay zekâ hâkimiyetinin artırılması, küresel hegemonyanın güçlendirilmesi demek. Yapay zekâya hâkim olanın dünyaya hâkim olacağı yeni bir çağın başlaması demek.
Görülen o ki, Trump Çin karşısında düşüşe geçen ABD’nin liderliğini devam ettirmek için yapay zekâyı tekeline almayı merkeze oturtan, silahlı kuvvetleri ve teknoloji şirketlerini yeri geldiğinde sert güç unsuru olarak kullanan, kendisine biat etmeyenleri yaptırımlarla yola getirmeyi standart uygulama olarak benimseyen bir politikayı kararlılıkla sürdürmeye çalışacak. Ama işi zor. Avrupa Birliği ülkeleri başta olmak üzere ABD’nin geleneksel müttefiklerini kendisinden uzaklaştırarak bu hedef doğrultusunda ilerlemesi mümkün değil. Rusya’yı ve Hindistan’ı yanına almadan Çin’in Asya-Pasifik alanında oluşturmaya çalıştığı yeni sıklet merkezini zayıflatması çok zor. Hepsinden önemlisi, ABD’de iç siyasi barışı ve sosyal huzuru korumadan dışarıda tüm bu adımları atabilmesi söz konusu değil.