20 Ocak’ta görevine başlayacak olan ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in kendisiyle görüşmek istediğini ve bu görüşmenin gerçekleşmesi için ayarlamaların yapılmakta olduğunu açıkladı. Görüşmenin Trump’ın koltuğuna oturmadan önce mi yoksa Başkan olarak yemin ettikten sonra mı yapılacağı bilinmiyor. Görüşmenin konusunun ya da konularının ne olacağı hakkında da henüz iki taraftan da bir paylaşım yapılmadı.
80 yıl önce 4-11 Şubat 1945 tarihlerinde Yalta’da bir araya gelen ABD, SSCB ve İngiltere yöneticileri İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da ve dünyada nasıl bir düzen kurulacağı konusunda çok önemli kararlar almışlardı. Aynı yılın temmuz ayında Potsdam’da yapılan başka bir konferansta da bu kararlarının kapsamını genişletmişlerdi. Önce Roosevelt, Stalin ve Churchill’i ardından da Truman-Stalin ve Atlee’yi bir araya getiren temel motivasyon kaynağı, ortak düşmana karşı savaşmakta oluşlarıydı. Üç müttefik Almanya’yı ve Japonya’yı yendikten sonra uluslararası sistemi nasıl şekillendireceklerini ele almışlardı. Takip eden birkaç yıl içinde ortaya çıkan anlaşmazlıklar sebebiyle dünya Soğuk Savaş adı verilen ve yaklaşık 40 yıl devam edecek bir ideolojik kamplaşmaya sahne olmuştu. Yine de Yalta ve Potsdam kararları başta Avrupa, Çin, Japonya ve Güneydoğu Asya olmak üzere dünyanın birçok bölgesinin siyasi hayatına on yıllar boyunca yön verdi.
Bugün ABD ve Rusya ortak bir düşmana karşı savaşmıyor. Aksine aralarında çok ciddi görüş ayrılıkları var. Trump’la Putin arasında yapılacak görüşmeyi, Yalta ve Potsdam ile mukayese ederek, tüm dünyayı etkileyecek kararların bu görüşmeden çıkabileceğini peşinen söylemek abartılı olur. Şayet geçmişteki bazı olaylarla mukayese etmek gerekirse, Soğuk Savaş’ın sonuna doğru Reagan ve Gorbaçov arasında yapılan Cenevre ve Reykavik zirvelerine gönderme yapmak daha uygun olur. Bu toplantılar ABD ve SSCB arasındaki buzların erimesini sağlamıştı. Gorbaçov’un planladığının tersine, ABD ile yumuşama süreci, Glastnost ve Prestroika politikalarının başarıyla uygulanabilmelerini kolaylaştırmamış, önce Doğu Avrupa’daki Sovyet uydularında ardından da SSCB coğrafyasında ortaya çıkan ayaklanmalar 1991’de SSCB’nin kendisini feshetmesiyle sonuçlanmıştı. Ama diğer yandan Rusya Federasyonu ile Batı arasındaki güvenlik problemlerinin büyük ölçüde çözülmesini, nükleer ve konvansiyonel silahlarda karşılıklı olarak düzenlemeler yapılmasını ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın kurulmasını da sağlamıştı. Takip eden 30 yıl zarfında ABD ile Rusya arasındaki anlaşmazlıklar yavaş yavaş yeniden büyüdü ve bilhassa Biden’ın başkanlığı sırasında Rusya ABD açısından düşman bir devlet olarak algılanmaya başladı.
Şayet Trump başkanlığındaki ABD önümüzdeki dönemde Çin ile küresel güç mücadelesinin artacağını ve Çin durdurulmazsa ABD’nin küresel liderliğinin kısa süre içinde ortadan kalkacağını düşünüyorsa, Rusya’yı mutlaka Çin’den uzaklaştırmaya çalışacaktır. Trump’ın bir sonraki adımı da Çin karşısında Rusya’nın ABD’nin yanında yer almasını temin etmek olacaktır.
Kardinal Richelieu’nun pragmatizmini ve Grigori Rasputin’in teknoloji destekli etkileyiciliğini şahsında barındıran Elon Musk’ın yönlendirmesiyle Donald Trump, dört yıllık başkanlık döneminde Çin’in önüne bir set inşa edebilmek için Putin’in desteğini “satın almaya” girişebilir. Bu ise muhtemel Trump-Putin görüşmesinde sadece Ukrayna meselesinin değil birçok başka bir konunun da masaya gelmesinin önünü açabilir. Hatta ilk görüşmede bazı prensipler üzerinde mutabakata varırlarsa, Trump ve Putin 2025 içinde bir dizi başka toplantı da yapabilirler.
Rusya açısından ABD ile “barışmanın” getirisi, Ukrayna üzerindeki haklarını tescil ettirmek, yaptırımlardan kurtulmak, Suriye’deki deniz üslerinin geleceğini teminat altına almak ve Kafkasya ve Orta Asya’da nüfuz alanını genişletme teşebbüslerine Vashington’un ses çıkarmamasını elde etmek olacaktır. ABD açısından ise Rusya’nın Çin’den uzaklaşması başlı başına bir kazanımdır. Rusya-Çin iş birliği olmadan ne BRICS ayakta kalabilir ne de Şanghay İşbirliği Teşkilatı. Kuzey Buz Denizi’nin Çin ticaretine kapatılması için Grönland’ın ABD denetimine girmesini istediğini saklamayan Trump, Rusya’nın bu girişimine sessiz kalmasını bekleyecektir. Keza Panama Kanalı’nın tam denetimini elde etmek için yapacağı hamlede de Rusya’yı yanında görmek niyetindedir.
Trump’ın Putin ile yol alabilmesi üç temel şarta bağlı: Rusya’nın Trump’ın tekliflerinden tatmin olması ve kendisini güvende hissetmesi gerekir. Rusya’ya karşı çok sert bir tutum içinde olan ABD Kongresi’nin Trump’ın niyeti konusunda ikna olması şarttır. Çin’in Rusya’ya “reddedemeyeceği bir teklifle” gelmesi durumunda ise Trump’ın Rusya açılımının başarıya ulaşma şansı kalmaz. Bu durumda, Batı’ya karşı Rusya-Çin eksenindeki dayanışma hız kazanacak, gerilim artacak ve küresel çatışma riski yükselecektir.
Trump’ın atacağı adımlar ve bunların doğuracağı sonuçlar birçok ülkeyi tercih yapmak zorunda bırakacaktır.