En güçlü iş birlikçisi ABD de dâhil olmak üzere tüm dünyadan gelen baskılara rağmen Netanyahu Hükümeti Gazze saldırılarını durdurmuyor. Ateşkes görüşmelerinden henüz bir sonuç çıkmadı. Dünyanın en büyük açık hava hapishanesine dönüşmüş olan Refah’ta yüz binlerce insan açlık ve susuzluk çekiyor. Sınırlı da olsa gelen yardım malzemelerinin ihtiyaç sahiplerine ulaşması İsrailli radikal gruplar tarafından engelleniyor. Modern tarihte hiçbir zaman olmadığı ölçüde anlık olarak televizyon ekranlarına ve sosyal medyaya yansıyan Gazze katliamı tüm hızıyla devam ediyor.
Türkiye’nin İsrail’le ticaretini tamamen kesmesinin ardından başka ülkelerin de aynı yolu takip edebileceğinden endişelenen İsrail yönetimi Dünya Ticaret Örgütü nezdinde çeşitli girişimlerde bulunuyor. ABD Kongresi’nin bazı üyeleri Soykırım Davası’nda görev alan yargıçları ve ailelerini açıkça tehdit eden açıklamalar yapıyorlar. ABD’nin ve AB ülkelerinin birçok üniversitesinde, tüm engelleme çabalarına rağmen, Gazze eylemleri tüm hızıyla devam ediyor. İsveç’teki Eurovisiyon öncesinde İsrail’in yarışmaya katılmasını protesto eden gösteriler düzenleniyor. AB üyesi bazı önemli ülkelerin Filistin devletini tanıyabilecekleri şeklinde haberler geliyor.
Şu an itibarıyla en önemli konu Gazze’de yaşayanların hayatlarının kurtarılması. Bu nasıl temin edilebiliyorsa onun yapılması lazım. Yakın geçmişte Bosna’da Batı’nın göz yumması, isteksizliği ve harekete geçmeyi ertelemesi sebebiyle 250 bin insanın hunharca katledildiğini hatırladıkça, şu ana kadar İsrail tarafından öldürülen 35 binden fazla insana yenilerinin eklenebileceği vicdan sahibi herkesi korkutuyor.
Dünyanın dört bir yanından gelen tepkilere rağmen İsrail iç siyasetinde Gazze’nin ve Filistin’in geleceğiyle ilgili söylemde bir yumuşama meydana gelmiş değil. Geleceğe dair dört senaryo dile getiriliyor:
1-Ateşkese varılırsa, insani yardımların kontrollü olarak Gazze ‘ye girişine izin verilmesi. Gazze ablukasının sürdürülmesi ve bölgenin işgal altında tutulması.
2-Gazze’de yaşayanların Mısır’a gitmeye zorlanmaları. Gazze tamamen boşaltıldıktan sonra, sadece İsrail’in izin vereceği ailelerin geri dönmeleri.
3-Gazze’nin tamamen boşaltılması. Bölgenin tamamen işgal edilmesi. Bir bölümünün İsrail’e bağlanması. Geri kalanına Filistinlilerin kontrollü olarak dönüşüne izin verilmesi.
4-Gazze’nin tamamen boşaltılması. Bölgenin önce işgal sonra tamamen ilhak edilmesi. Yahudi yerleşimine açılması. Çıkarılan Filistinlilerin dönüşlerine izin verilmemesi.
Dikkat edilirse, İsrail basınında yer alan senaryoların hiçbirinde Gazze’yi de ihtiva eden bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasından söz edilmiyor. İsrail’de “iki devletli çözüm”den bahseden tek bir siyasetçi yok. Hele “1967 sınırlarında ve başkenti Kudüs olan bir Filistin devleti” cümlesine asla rastlanmıyor.
İsrail sağı Donald Trump’ın ABD’de başkanlık koltuğuna yeniden oturmasını dört gözle bekliyor. Çünkü o zaman, Netanyahu’nun Gazze saldırılarını başlatırken kullandığı “Orta Doğu’nun sınırları değişecek” sözünün gerçekleşmesi için gerekli ve yeterli zeminin oluşturulacağını düşünüyorlar. Orta Doğu’nun sınırlarının yeniden çizilmesinden bahsedenlerin bir bölümü Filistin devletinin, Ürdün’de kurulmasını öneriyorlar. Onlara göre, “hâlen nüfusunun yarısından fazlası Filistinlilerden oluşan Ürdün’e, Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinliler de gönderilebilir ve böylece Şeria/Ürdün Nehrinin doğusunda bir Filistin devleti kurulabilir.” Gazze’de yapılanları durdurmakta başarısız olan uluslararası kamuoyunun, ileride böyle radikal bir adım atılırsa da İsrail karşısında hareketsiz kalacağını hesaplıyorlar. Büyük destekçilerinin de geçmişte ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyan ve Golan Tepelerinin ilhakını tanıyan Trump olacağını tahmin ediyorlar.
Bugünün en önemli ve acil meselesi Gazze’de ölümle yüz yüze olan yüz binlerce insanı kurtarmak. Ama önümüzdeki dönemde Filistin Devleti’nin geleceği de çok yoğun olarak konuşulacak.
Bu tartışmanın gelip -geçmişte olduğu gibi- düğümleneceği dört konu; devletin sınırları, başkenti, Filistinli mültecilerin durumu ve işgal altındaki topraklardaki Yahudi yerleşimciler olacak. Maalesef Filistin, 2000’de Camp David’de Clinton-Arafat-Barak görüşmesinde masaya otururken sahip olduklarından çok azına sahip, İsrail ise çok daha fazlasına. Bu da İsrail’in iştahını kabartıyor.